Anayasa Mahkemesi Başkanı'nın söyleyecek bir sözü olamaz!

~ 27.06.2011, Mine ŞENOCAKLI ~

Yargıtay Onursal Cumhuriyet Başsavcısı Sabih Kanadoğlu “Bizim de bir-iki gün sonra söyleyecek sözümüz olabilir” açıklaması yapan Anayasa Mahkemesi Başkanı Haşim Kılıç’a şöyle yanıt veriyor: “Hiçbir söyleyecek sözünüz olamaz. Sizin ifa etmiş olduğunuz görev bu konularda size konuşma yetkisini vermez!”

Seçimlerden çok önce Mehmet Haberal, Mustafa Balbay, Engin Alan gibi tutuklu yargılanan milletvekili adaylarının geleceği için net konuşmuştu. Yargıtay Onursal Cumhuriyet Başsavcısı Sabih Kanadoğlu aynen şöyle diyordu: “Milletvekili adayı olurlar, milletvekili seçilirler ama dokunulmazlık kazanamazlar. Çünkü Anayasa’nın 14’üncü ve 83’üncü maddeleri, Ergenekon gibi bir davadan herhangi bir şekilde yargılananların milletvekili seçilseler dahi dokunulmazlık kazanamayacağını açıkça ortaya koyuyor.” Tam da bu noktada Sebahat Tuncel örneğine gönderme yapıyor ve uyarıyordu; “Ancak tutuklu olma nedenleri ortadan kalktı, deliller toplandı, kaçma şüphesi yok ya da delilleri karartamaz gerekçeleriyle tahliye edilebilirler. Ama o ayrı bir şey...”

Bu uyarısı tartışıldı, ama seçim sürecinin sıcak atmosferinde, “Seçimler bir bitsin, bir çözüm bulunur” dedi siyasiler ve geldik tehlikeli bir siyasi çıkmaza!.. Mesele sadece Ergenekon değil, bir de doğrudan Kürt sorununun barışçıl çözümünü sabote edecek bir durum çıktı ortaya Hatip Dicle’nin de Meclis dışı kalma ihtimaliyle...

70 BİN OY ÇÖPE ATILDI

Kanadoğlu, tüm bu meseleyi değerlendirirken, uzun süredir tekrarladığı bir saptamayla başlıyor analizine; “Yargı eskiden de bağımsız değildi, 1982 Anayasası zaten büyük bir darbe vurmuştu yargı bağımsızlığına... Ama şimdi ondan da beter bir durum var.” Ona göre bu siyasi krizin temelinde yatan da aslında kangrenleşen yargı krizi, kendi deyimiyle ‘sürekli hukukla oynanması, hukukla alay edilmesi’...

Ergenekon, Balyoz ve KCK sanığı milletvekillerinin geleceğiyle ilgili hâlâ bir umut olduğu görüşünde, ancak Hatip Dicle’nin milletvekilliği konusunda bir muğlaklık görmüyor. Ona göre, Dicle’nin hukuken Meclis’e girmesi imkansız! Neden, diğerlerinden farkı ne?.. “Milletvekili seçilmenin kriterlerinden biri de ‘bir yılın üzerinde hapis cezası almamış olmak’tır. Oysa Dicle’nin böyle bir cezası var. Ya bir Anayasa değişikliği ile bu kriteri tümden kaldırmanız ya da bir yılı mesela üç yıla çıkarmanız lazım. Ama bu da yetmez, Anayasa’nın 14’üncü, 83’üncü ve 76’ncı maddelerinin de değişmesi gerekir. Ama o zaman Türkiye Cumhuriyeti’nin devlet ve millet ile bölünmez bütünlüğü ne olur? İşte bu çok daha mühim bir mesele!”

Dolayısıyla bu yolun da doğru bir yol olmayacağını vurguluyor; “Zaten demokraside tosladığımız yer de hep burası!” diyor. Tabii bir o kadar önemli bir mesele daha var, bu adaylara oy vermiş vatandaşların oyunun çöpe gitmesinin hesabı...

Mustafa Balbay, Mehmet Haberal ve Engin Alan için “Milletvekili adayı olurlar, milletvekili seçilirler, ama dokunulmazlık kazanamazlar” demiştiniz. Dediğiniz çıktı. Peki şimdi ne olabilir? Değişik açıklamalar var. Bülent Arınç “Meclis’te çözülebilir” diyor. Sizce çözülebilir mi?

Anayasayı değiştirirlerse tabii... Ama şunu söyleyebilirim; her yeni genel seçim yeni bir umuttur, yeni bir başlangıçtır. Yurttaşların geleceğe daha huzurlu, güvenli bakmasını sağlar. Ama bugün Türkiye’deki durum bu değil. Çünkü bir kriz, kaos görünüyor. Bu tabii bir başka sorunu da beraberinde getiriyor. Eğer yargı bağımsız değilse siyasallaşır. Siyasallaşan bir yargı tabii ki hukuk devletinde olmayan bir olgudur ve hukuk devleti yoksa orada demokrasi yoktur. Dolayısıyla şunu söyleyebiliriz, eğer yurttaşlar milletvekili seçimine katılır ve tutuklu olan bazı sanıkları milletvekili olarak seçerse ve o milletvekili seçilenlerin delilleri karartması ve kaçma şüphesi olduğu düşünülerek tahliye talepleri ret ediliyor ise, eğer askerler tadadı, yani sayım yapmayı, kışlada değil de Hasdal Cezaevi’nde yapıyorsa, eğer yargının bağımsızlığı son halk oylamasında yapılan anayasa değişikliği ile ortadan kaldırılmışsa, hem ortaya çıkan duruma şaşmamak hem de gelecek için fazla umuda kapılmamak lazım.

Öyleyse bundan sonraki durumla ilgili öngörünüz nedir?

Bir milletvekili seçilmiş. Bu bir tedbirdir, ceza değildir. Bir tedbir ise ne zamandan beri de tutuklu oldukları göz önünde ise, milletvekili olunca kaçma kuşkusu ortadan kalktı demektir. Milletvekili seçilen kişinin milletvekilliğini bir tarafa bırakıp da yurt dışına kaçacağını ileri sürmek mümkün mü?

Delillerin karartılması olanağından bahsediliyor...

Deliller şimdiye kadar toplanmış olmalıydı... Kaç sene oldu bu insanlar tutuklu. Üstelik dava deliller toplandıktan sonra açılır. Yoksa delil toplama mahkemenin görevi değildir. Mahkeme dava açılıncaya kadar toplanmış olan delilleri değerlendirme yeridir. Zaten ucu açık bir şekilde yürüyen bir yargılamanın sağlam bir yargılama olduğu ileri sürülemez. Deliller toplanacaktır, o deliller yeterli ise dava açılacaktır. O halde delilleri karartma diye bir olay ileri sürülemez ve zaten insana sorarlar, ‘Sen niye bu delilleri bu kadar süre içinde toplamadın ve bu davayı nasıl açtın?’ diye. O zaman delilleri karartma tehlikesi de ortada olmadığına göre herhalde böyle bir sonuç normal kabul edilemez... İşimize geldiği zaman milletin iradesi diyoruz ama milletin seçtiği insanların içeride tutuklu olarak kalmasına da karar veriyoruz. Bu demokrasiyi içselleştirememenin bir sonucudur.

Bundan sonra ne olur?

Aynı şey... İtiraz edilir, o itiraz sonuca bağlanır. Ama hep dediğim gibi yargı bağımsız olmadığı için artık ne olabileceği o mahkemenin takdiri. Yapılacak başka bir şey yok. Ama tabii AİHM’e götürülebilir.

Ne zaman?

Anayasa değişikliği yapmışsınız, o anayasa değişikliğinde bireysel başvuruyu kabul etmişsiniz. Ne zaman başlayacak bu süreç? Eylül 2012’de. Kurduğunuz o Anayasa Mahkemesi’nin düzeni zaten birdenbire bu davaların altından nasıl kalkacak o da ayrı bir şey. Yani umutlu bir gidiş değil bu. Yine aynı yere geliyorum, bağımsız bir yargı yoksa hukuk devleti yoktur, hukuk yoksa demokrasi yoktur, biz kendimizi aldatıyoruz.

367’Yİ İLK ERBAKAN SÖYLEDİ AMA...

Onun hep o hukukçu kimliğiyle sert ve ser verip sır vermeyen fotoğrafları kazınmış belleğime... Bu sebeple olsa gerek biraz çekinerek gitmiştim röportaja... Söz sözü açtı ve ne denli esprili ve sıcak olduğunu gördüm. Cesaretim yerine geldi ve ‘367 çoğunluk’ tartışması üzerine de bir soru sordum. “Şu ‘367’ meselesi üzerinize yapıştı kaldı... Bu canınızı sıkmıyor mu?” diye sordum. Sıkmıyormuş, “Bu konuyu ilk ortaya atan ben değilim, Erbakan... Ama benim üzerimde kaldı. Ben bu saptamamın doğruluğuna inanarak söyledim. Üstelik bu fikrim Anayasa Mahkemesi tarafından onaylandı. Doğru olduğuna inandığım bir şeyi inkar edecek değilim. Varsın üzerime yapışsın!” dedi...

Yurttaşın seçme hakkı saldırıya uğradı

Eski AİHM yargıcı, CHP Milletvekili Rıza Türmen, Dicle’ninkine benzer bir davanın AİHM’de mahkum olduğunu söylüyor. “AİHM’e göre milletvekilliğinin düşürülmesi seçme ve seçilme hakkının ihlali anlamına geliyor” diyor.


Doğru. Tazminat ödersiniz. Yoksa bu şöyle bir sonuç ortaya çıkarmaz; milletvekili olmalıdır bu kişi ya da bu seçimi yenileyin, yeni bir seçim yapın anlamında değil. Hatip Dicle olayında YSK’nın verdiği karar, sonucu itibariyle doğru. Yani elbette ki anayasaya göre 1 yıl veya fazla hapis cezası var ise bir kişinin milletvekilliğine seçilme yeterliliği yoktur, bu çok açık. Adı geçen kişi mahkum olmuş ve bu mahkumiyet kararı da kesinleşmişse, Yargıtay’da onaylanmışsa yapılabilecek hiçbir şey yok. Hiçbir güç bunu değiştiremez. YSK’ya “Bunu idare et, başka bir karar ver” demek hem hukuka hem de anayasaya saygısızlıktır. Bu doğru... Ama seçimlerden 3 gün önce belli olduysa bu durum, kararı seçimden sonraya bırakmak yapılabilecek en büyük hatadır.

Nasıl bir hata bu?

Bir kere savunma istemek gerekçesi altında bir ara karar ile böyle bir sonuca varıyorsanız, her şeyden önce kendi durumunuzu yanlış takdir ediyorsunuz. Çünkü siz bir mahkeme değilsiniz. YSK, seçimleri yönetmek ve denetlemekle yükümlü bir kurumdur, yüksek hakimlerden oluşan bir kurumdur, yargılama yapamaz, mahkeme değildir. Yargılama yapamazken savunma istemenin anlamı yok. Ama siz bunu böyle yapınca o kişinin milletvekili adaylığını iptal ettiğiniz anda 70 bine yakın bir oyu çöpe attırıyorsunuz. Bu kararı 3 gün önce verseniz, bu 70 bin kişi oylarını milletvekili seçilme yeterliliği olmayan bir kişiye değil de o seçimde doğru kişiye kullanma şansına sahip oluyordu. Siz ne yaptınız? Seçime soktunuz, seçilme ümidini verdiniz, yurttaşlara bu seçilebilir anlamında telkinde bulundunuz, seçim yapıldı, Hatip Dicle seçildi, ben iptal ediyorum dediniz. Bu fevkalade yanlış bir şey. Bu yurttaşın seçme ve seçilme hakkını ortadan kaldırır. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin ek birinci protokolünün üçüncü maddesine aykırıdır. Yani Türkiye için fena halde tazminat ödeme durumu çıkacak ortaya.

Hatip Dicle’nin yerine AKP’li bir milletvekili geldi. Öyle bir haksız durum da var ortada...

Hem de nasıl! Onun için diyorum ki bu yurttaşın seçme ve seçilme hakkına yapılmış olan haksız bir saldırıdır. Seçimden sonra iptal kararı aldığı için YSK, onun yerine bir başka adayın seçilme olanağı yoktur, bu da ayrı bir hatadır. Aslında bir başka partiye mensup bir milletvekilinin mazbatasının verilmesi ayrı bir hatadır. Bahattin Şeker örneğinde olduğu gibi... Onun yerine kimse gelmedi.

Bu hatadan dönüş olabilir mi?

Hayır, buradan dönüş olmaz.

TAM?KANUNSUZLUK?VAR

Peki en büyük hata kimde o zaman?


Hata çok. Şimdi nereden başlar bu? Şöyle başlar; netice olarak Mart’ta onanmış bu ceza. Şimdi bu acaba neden adli sicil kaydına geç intikal etti, neden YSK bundan habersiz kaldı, neden bu avukatlar eliyle yapılmış adaylık başvurusuna ret cevabı geleceği açıkken bu karar verildi? Ve işin daha bir enteresan tarafı var, bu tam kanunsuzluk olayı.

Nedir tam kanunsuzluk?

4 esas temeli var milletvekili seçilmenin. Birisi yaş, birisi askerlik, birisi vatandaşlık, birisi de adli sicil durumu. Bunlar yerine getirilmemişse tam kanunsuzluktur. Burada tam kanunsuzluk var ve daha oy kullanmadan önce anlaşıldığı, bilindiği için yetki YSK’nın... Aslında YSK’nın verdiği karar doğrudur. Çünkü Anayasa’nın 76’ncı maddesi bir yıl ve fazlası hapis cezasının milletvekilliğini önlediğini açık açık yazıyor. O halde YSK, bu sonucu itibariyle doğru olan kararını zamanında verseydi, bu 70 bin oy çöpe atılmazdı. Hata bu... Yoksa tam kanunsuzluk tabii var. Ve tam kanunsuzluk, seçimden önce YSK tarafından biliniyordu. Kendileri savunma istemeye kalkarak bildiklerini söylüyorlar. İşte demokrasiyi özümsemek lazım deyişim o. Çünkü o bir kurallar rejimi. Kurallara uymadan demokrat olduğunu zanneden kişiler, “Bu demokrasi, hatta ileri demokrasi” diyorlar. Hayır, bu demokrasi değil. Biz onu geçtik zaten... Çağdaş, uygar bir demokrasi olsun yeter.

HATİP DİCLE’NİN MİLLETVEKİLİ OLMASI NASIL SAĞLANIR?

Hatip Dicle’nin milletvekili olması nasıl sağlanır?


Anayasa’da 1 yıl hapis cezasını kaldırırsınız veya mesela 3 seneye çıkartırsınız... İşte hukukla oynayarak onu bu hale getirenler oynamanın çok kolay yapılacağını zannediyor. Hukuk, üzerinde oynanarak kendi çıkarına istediğin kararı alma yolu değildir. Bu çaba böyle olmaz...

Yani Anayasa’da değişiklik yapılması gerekiyor?

Evet, ama diyelim ki ceza süresini 1 yıldan 3 yıla çıkarttınız, bunu yaptınız da diğer kısımları ne yapacaksınız? Bu kişilerin Meclis’e girmesi için 14’üncü, 83’üncü ve 76’ncı maddenin değişmesi lazım. Peki bütün bunları yapmaya kalkışarak bu seçilen ve tahliye edilmeyenlerin tahliyesini sağlarsanız, Türkiye demokratik bir hukuk devleti haline mi gelir? Yani istediği kadar suç işlesin, hüküm giysin ama yine milletvekili seçilsin mi diyeceğiz? Böyle bir demokratik anlayış geçerli bir anlayış mı?

Hatip Dicle, 2007’de verdiği bir demeçten ötürü bu cezayı almış. “Bu ateşkes fiilen geçersiz hale geldi. Ordunun operasyonları durmadığı takdirde onlar da meşru müdafaa hakkını kullanır” diyor o demeçte. Sonuçta o ifadede şiddet içerikli bir eylem yok...

Dediğim gibi Anayasa’nın 14’üncü, 83’üncü ve 76’ncı maddelerinde değişiklikler yapılırsa olabilir. Peki bu kimi tatmin eder ve öyle bir Türkiye daha huzurlu, daha güvenli bir ülke haline mi gelir, bir hukuk devleti mi olur bunlar yapılırsa? Bir kere her şeyden önce korunması gerekli olan Türkiye’nin, cumhuriyetin, devletin bölünmez bütünlüğü vardır... Bunu niye kaldıracağız ki? Bu şekilde gayret sarf edenlerin kesinlikle suç işlemediklerini mi kabul edeceğiz? Peki, niye efendim 83’üncü maddeyi değiştireceğiz? Bu tür suç işleyenlerin Meclis’de neyi temsil edecekleri ve hangi davaların peşinde olacaklarını ortadan kaldıracak mıyız? Veyahut 76’ıncı maddede bunu önleyen hükümler var, tam kanunsuzluk gibi, bunu mu kaldıralım? Yani neye mahkum olursa olsun gelsin milletvekilliği yapsın mı diyelim? Peki, biz niye bunları değiştireceğimize yurttaşlara bu kaidelere, bu kurallara uymak zorunda olduklarını telkin etmiyoruz? Yani bu olay ortaya çıkıyor ve biz kimi suçluyoruz? Anayasayı suçluyoruz, yasaları suçluyoruz. Bunları yapanlara da “Aferin, sen gel milletvekili ol” diyoruz. Böyle bir şey olur mu? Onun için demokraside hep gelip de tosladığımız yer de budur. Çünkü demokrasinin ne olduğunu ne içselleştiriyoruz ne özümsüyoruz.

BİZİMKİSİ?YAPBOZ?DEMOKRASİSİ

Yani yanlışları olsa bile, değiştirilmediği sürece anayasayaya uymak gerekir, öyle mi?


Gayet tabii... Anayasayı bu dediğimiz şekilde değiştirirsek bırakın belirli suçların şu andaki sanıklarını, bundan hüküm giymiş bu örgütün liderini de Meclis’e getiririz. Peki, bu acaba Türkiye’ye barış mı getirir yoksa daha geniş bir hesaplaşma, daha geniş bir öç alma durumunu mu getirir? Yani biz barış derken kendimizi bambaşka bir olayın içinde mi buluruz? Bunu, böyle düşünmeden kolayca söylemek mümkün değil...

Hatip Dicle’yi ve diğer KCK sanıklarını ayırmak gerekiyor değil mi?

Hatip Dicle’nin durumu başka. Onunki bir mahkumiyet. O bitti. Diğerleri için 14’üncü ve 83’üncü maddede değişiklik yaparsanız yine bir belirli yola gidersiniz. Mümkün olur. Ama bizimkisi hep yapboz... Bu yapbozdan da demokrasi çıkmaz.

85. MADDE?DİCLE?İÇİN?GEÇERLİ?OLMAZ

Anayasa Mahkemesi Başkanı Haşim Kılıç, “Bir-iki gün içinde bizim de söyleyecek sözümüz olabilir” dedi.


Hayır. Hiçbir söyleyecek sözünüz olamaz. Çünkü şu anda ifa ettiğiniz görev bu konular üzerine konuşma yetkisini size vermez. Boşa söylenmiş laflar bunlar. Neyi konuşacaksınız ki? Ne diyeceksiniz ki?

Hatip Dicle’nin milletvekilliği için bir ihtimal daha olduğu söyleniyor. “Anayasa’nın 85’inci maddesine göre milletvekilliği düşürülenlerin bir hafta içinde Anayasa Mahkemesi’ne itiraz hakkı bulunuyor. Dolayısıyla Hatip Dicle de perşembe gününe kadar itiraz edebilir” deniyor... Hatta Haşim Kılıç’ın, “Söyleyecek sözüm olabilir” açıklamasının arka planında da bu maddenin bulunabileceği belirtiliyor... Buna ne diyorsunuz?

Bu maddeyle olayın hiçbir ilgisi yok. 85’inci madde yasama dokunulmazlığının kaldırılmasına veya milletvekilliğinin düşürülmesine bir önceki, yani 84’üncü maddenin 1’inci, 3’üncü ve 4’üncü fıkralarına göre karar verilmiş olması halinde, “Bu kararlar aleyhine 7 gün içerisinde anayasaya, kanuna, iç tüzüğe aykırı iddiasıyla Anayasa Mahkemesi’ne başvurulabilir. Anayasa Mahkemesi de iptal istemiyle 15 gün içinde karara bağlar” diyor. Şimdi birinci fıkra istifa eden milletvekilinin milletvekilliğinin düşmesi hali... Bu durumun bununla hiçbir ilgisi yok. İkinci fıkra, zaten kesin hüküm veya kısıtlama halinde milletvekilliğinin düşmesi, ki zaten bunun 85’inci madde ile hiç ilgisi yok. 84’üncü maddenin üçüncü fıkrası ise, 82’inci maddeye göre milletvekilliği ile bağdaşmayan bir görev veya hizmeti sürdürmekte olan, ısrar eden milletvekiliğinin düşürülmesi hali, ki yine Genel Kurul’da böyle bir karar verilecek, onun da olayla ilgisi yok.

Belki ilgisi var denilebilecek 84’üncü maddenin son fıkrası... Yani Meclis çalışmalarına özürsüz veya izinsiz olarak bir ay içinde toplam beş birleşim günü katılmayan milletvekilliğinin düşürülmesi hali. Ne diyor o maddede? ‘Özürsüz veya izinsiz’ diyor. Hatip Dicle’nin durumunun izinle hiç ilgisi yok. Zaten özürlü. Özür ve mazeret halinde milletvekilliğinin düşmesine karar veremezsiniz. Bu durum Meclis Başkanlık Divanı tarafından tespit edilecek. Yani keyfi ve iradi olarak gelmeme hali. Eğer gelmezse Genel Kurulca üye tam sayısının salt çoğunluğu, yani 276 ile düşürülürse bu yola gidilebilir. Ki böyle bir durum da bahis konusu değil. Çünkü ne izinsiz ne de özürsüz gelme durumu var. Yani sonuç olarak bu da uygulanacak bir madde değil.

Dolayısıyla bu yolla Hatip Dicle’nin milletvekilliği ihtimali yok, öyle mi?

Evet.

ÜÇ ÇOCUKTA ERDOĞAN BENİ DİNLEDİ!

Bu kadar ciddi meselenin ardından şaka yollu; “Gülen bir fotoğrafınızı çeksek artık” diyorum. “Anlatın bir fıkra da güleyim o zaman” diyor. Kafa kalmadı ki, siyasi ve hukuki meseleleri konuşmaktan, tek bir fıkra gelmiyor aklıma... İmdadıma eşi Bilge Hanım yetişiyor, “Fıkraya ne hacet, yabancı gelin getiren torunun Sabih Can’ın Brezilya’daki düğününü düşün, gülersin” diyor. Sonra üç çocuğu olduğunu öğreniyorum. Kızı Füsun Ardıç, tıp profesörü, küçük oğlu Korkut anayasa profesörü, büyük oğlu Sinan ise işadamı... Biraz sınır zorluyorum; “Demek üç çocuğunuz var, Erdoğan’ı dinlemişsiniz” diyorum. Gülüyor, “Yok o beni dinledi!” diyor.

(GazeteVatan 27.06.2011)

Mine ŞENOCAKLI | Tüm Yazıları
Hits: 1613