Emperyalizmin hukukuyla kuyuya inmek

~ 17.09.2015, Ali Rıza AYDIN ~

Emperyalizmin beyninin ve elinin uzandığı ne varsa, uluslararası hukuk da onun adına devrede… İç hukuklar uluslararası hukukun peşine takılıp sürükleniyor; önce sözleşmeler imzalanıyor, sonra uyum yasaları çıkarılıyor. Hem emperyalist müdahalelerde hem de iç müdahalelerde,  yapılan her şey hukukla kılıfına uydurularak meşrulaştırılıyor.   

Türkiye’deki İç Güvenlik Yasası örneğinde olduğu gibi, kimi zaman mekânsal ve dönemsel özelliklere göre iç hukukun baskı ve şiddet derecesi artıyor. Yine Türkiye’de olduğu gibi, pozitif hukukun yazdığından daha sert ve derin uygulamalara tanık olunuyor.

Geçen hafta yazdığımız “mülteci hukuku” (http://haber.sol.org.tr/yazarlar/ali-riza-aydin/multeci-hukukundan-isgucu-piyasasina-129250), emperyalist hukukun güler yüzlü vitrin süslemesinin en tipik örneklerinden biri: hem dünya yuvarlağı üzerindeki zorunlu göçlerin gerçek nedenlerini saklamaya, hem demografik yapılarla oynamaya, hem de kapitalist üretimin bu göçlerden işgücü devşirmesine destek veriyor.  Burada insancıllık diye sunulan, kapitalist büyüklerin talep ve koşullarıyla sınırlı…

Bir yanda ölümler çevre ülkelerin kara ya da denizlerinde sürüyor; diğer yanda büyükler kendi sınır önlemlerini alıyor, “schengen” gibi mevcut uygulamaları durduruyor.  Bir yanda, umutla yollara düşenler çevre ülkelere yığılarak tutuluyor; diğer yanda büyükler, seçerek kol ve kafa gücü yüksek emekçileri sistemlerine monte ediyor.

Ayrıca ve kapsamlı olarak incelenmesi gereken “terörle mücadele hukuku” da, mülteci hukuku gibi, uluslararasından iç hukuka uzanıyor. Yine Birleşmiş Milletler ya da Avrupa Birliği devrede, yine çoklu ya da ikili uluslararası sözleşmeler devrede, yine iç hukukun uluslararası hukuka uyumu devrede…

Terörle mücadele hukuku, hem uluslararası sözleşmelerin hem de farklı ülkelerdeki siyasal iktidarların politikalarının etkisiyle karman çorman olmuş durumda. Bu hukuk ordusunun dağınıklığına, yasama organının yasa üzerinde terörü de diyebiliriz.

Türkiye’deki “Terörle Mücadele Kanunu”, 1991 tarihini taşıyor. Geçen yirmidört yıl içinde otuz kez ek ve değişiklik yapılmış. Koalisyonlar döneminde, onbir yıla yakın sürede on ek ve değişiklik var. AKP dönemi ise vahim: oniki yılı aşan sürede, koalisyonlar döneminin iki katı, yirmi ek ve değişiklik var.   AKP döneminde dikkati çeken bir başka konu, bu yirmi ek ve değişikliğin yarısının 2011 genel seçimlerine kadar geçen sürede, diğer yarısının da 2011 seçimlerinden bugüne kadar geçen sürede yapılması.

Terör hukuku bu kadar değil. AKP döneminde, ceza, ceza muhakemesi yasaları da değişti. Terörle bağlantılı birçok yasa çıkarıldı, birçok yasada değişiklik yapıldı. Yakın dönemli olarak, Kamu Düzeni ve Güvenliği Müsteşarlığı kuruldu; “Terörizmin Finansmanının Önlenmesi Hakkında Kanun” çıkarıldı.

Daha da ilginci, çözüm süreci ya da demokratik açılım denilen girişim için daha bir yıl önce özel yasa çıkarıldı. “Terörün Sona Erdirilmesi ve Toplumsal Bütünleşmenin Güçlendirilmesine Dair Kanun”la özel ama soyut tanımlamalar ve önlemler getirilirken, İç Güvenlik Yasası ile tersi yapıldı; tüm ülkenin olağanüstü hale çevrilmesi öngörülerek toplum korku tüneline itildi.

Olaya ve duruma göre yasa çıkarılıyor, yasalarla oynanıyor, terör tanımıyla oynanıyor, teröre karşı savaş stratejisi olarak devletin toplum üzerindeki baskı ve şiddet dayanakları artırılıyor. Ama sonuç: sıfıra sıfır, hatta negatif; durdurmak bir yana terör artarak sürüyor. Terörle mücadele adı altında hukukla hukuksuzluk yaratılmasında ve bu mücadele bahane edilerek toplum üzerinde baskı ve şiddet uygulanmasında ise sonuç: devlet adına, AKP adına takdire şayan…

Suruç katliamından bugüne yaşananları okurken, AKP hanesine yazılacak kötüye kullanmaları saklayarak yapılan her değerlendirme, AKP’nin siyasetiyle birlikte hukukuna ve uygulamalarına takılıp kalıyor. AKP suçlarına gözlerini kapatarak bakan ve AKP’yle birlikte demokrasi oynamaya kalkanlar, hukukla yaratılan sahte meşruiyete sığınıp AKP’yi ve Erdoğan’ı meşru kılmaya devam ediyor.

Bugün Cizre, korku tünelinin içidir; korku tünelinin özünü ve büyüklüğünü göremeyenler için, hiç istenmeyen, acı bir kent dersidir. Cizre kenti ölçeğinde yapılanlar, AKP’nin faşizm yolculuğunun Türkiye üzerindeki provasıdır; emperyalizmin hegemonyasını sürdürme politikasının devletler ölçeğindeki provasıdır.

Bugün, Ortadoğu’da Türkiye’nin Doğu ve Güneydoğusunu da içine alarak, devletler yerine örgütlerle sürdürülen “vekalet savaşları”, emperyalizmin, terörizme karşı savaş adına yarattığı “hukuksuz hukuk”un gerekçesidir.  Erdoğan’ın esnafa verdiği polislik görevi ve kimi siviller tarafından polisten istenen vekalet de terörizme karşı savaş stratejisinin parçasıdır.

Emperyalizmin beslediği terörle yaratılmış ve labirent gibi iç içe geçirilmiş korku tünellerinden, emperyalizmin politikalarını yansıtan uluslararası hukukla ve onunla uyumlu iç hukukla çıkılamaz; terör tehdidinin nedenlerini yok sayarak, terörü sadece sonucu üzerinden okumakla da çıkılamaz.  

Kapitalizm, “reel terör tehdidi” ve “reel devlet şiddeti”ni aynı mekânlar üzerinde oynatırken, krizini aşacak politikalarını sürdürür; “normalleşme” isteyerek de düzen partileri önderliğinde halkı sömürü politikalarının destekçisi yapar.

Hukuka soyut üstünlük yüklerken de eleştirirken de sermaye düzenini ve o düzenin emperyalist kuşatmalı iktidarlarını rahatsız etmemeye ya da o emperyalist/kapitalist hukuka sığınıp yaşamaya yönelik her düşünce ve eylem, gerçekleri saklamaya, kapitalizmi ortadan kaldıracak sosyalist mücadeleyi kırmaya yarar.

 

solhaber

Ali Rıza AYDIN | Tüm Yazıları
Hits: 1152