BİLGİNİN DEMOKRATİKLEŞMESİ YA DA BİLGİYİ SİYASALLAŞTIRMAK

~ 16.03.2015, Av. Dr. Başar YALTI ~

 

“Problemi anlamayanlar, problemi çözemezler”

 

“Artık yeni bir şey yok. İcat edilecek her şey icat edildi.” 

Amerikan Patent Dairesi Başkanı Charles H.Duell 1899 da böyle diyordu.

Oysa sonraki yıllarda bilgi patlaması yaşanmaya başladı. Türkiye de bile yılda onikibin den fazla patent alınıyor. Günümüzde, bilimsel bilginin her iki ya da üç yılda bir ikiye katlandığı söyleniyor. Bilişim çağı aşıldı, düşünen ve öğrenen makineler çağına giriyoruz. Teknolojik olarak günlük yaşantımıza giren yeniliklerden şaşkına dönmüş durumdayız. Bilgideki değişim hızına ve bilgi birikimine birey olarak erişmemiz artık olanaksız gözüküyor.

Öte yandan, insanın doğayı, kendisini ve içinde yaşadığı toplumu tanıması, anlaması ve etkilemesi, bilgilenmesiyle mümkün olabilir. Bilgi, öğrenilebilen bir edimdir. Ancak geleneksel yöntemlerle edinilen bilgi günümüz koşullarında yeterli olmamaktadır. Bilginin sistemleştirilmesi, bilimsel bilgiye dönüştürülmesi gerekmektedir. Bilimsel bilgi, güncel pratik etkinliklerde, üretim ilişkilerinde yararlı olan, düşünsel alanda etki ve fark yaratabilen bilgi demektir. Bilimsel bilgi, tartışmaya, sınanmaya, yanlışlanmaya açık bilgidir. Bir bilgi uygulanabiliyorsa, sorun çözüyorsa ve insan / toplum yaşamı için yararlı sonuçlar verebiliyorsa gereklidir ve değerlidir. Belli bir amaca, bir gerçeğe ulaşmaya yönelik olarak işlenmemiş, ham bilginin, kişisel ve toplumsal yaşantımıza katkısı yoktur. Bilme edimi insanın sorgulama yeteneğini, düşünme becerisini harekete geçiremiyorsa işe yaramıyor demektir.

Bilgi, bilimsel bilgiye dönüştüğünde toplumsal gelişme ve ilerleme sağlanmaktadır. Bilginin yararlı olması, bilimsel olmasıyla ilintilidir. Örneğin, İstiklal Marşının kaç harften oluştuğuna dair bir bilgi pratikte hiçbir yarar sağlamaz. Yine örneğin, insanın nasıl ortaya çıktığını, evrenin oluşumunu dinsel bilgilerle açıklayamayız. Oysa genetik bilimi, biz kimiz, nereden geldik gibi insanoğlunun merak ettiği temel sorulara güvenilir cevaplar verebilmektedir. Genetik bilimindeki, biyo teknolojideki gelişmeler sayesinde hastalıkların çaresini bulmak, yeni türler üretmek mümkün olabilmektedir.

Bu çerçevede bilginin elde ediliş yöntemi kadar kullanılış amacı da önemlidir. Bilgi, toplumsal amaçlarla, kamunun iyiliği için, barış için, kişisel gelişim için kullanılmalıdır.  Özellikle çağdaş toplum yaratmak, uygarlık yarışından kopmamak için bilimsel bilgi en etkili araçtır.  

Hayatın her alanında olduğu gibi, siyasal alanda da bilginin işlevi ve kullanılışı çok büyük önem taşımaktadır. Halkın kendi kendisini yönetmek üzere geliştirilen demokratik yönetimin özü seçimdir. Demokrasinin temeli olan seçimler tamamen “bilme” eylemine endekslidir. Yurttaşların yöneticilerini “bilerek”, tanıyarak seçmeleri, kararlarını “bilerek” vermeleri halinde demokrasi vardır. Aksi taktirde irade bozuklukları ve yanılgıları ortaya çıkar ki, böyle yönetimler demokratik olarak kabul edilemez. Dolayısıyla “bilen” ve farkında olan yurttaşların varlığıyla demokrasi gerçeklik kazanır.

Demokrasi, insanların bilinçli seçme hakkı üzerine inşa edilmesine karşın, bir paradoks olarak toplumsal psikoloji insanları düşünmekten alıkoyan özelliğe sahiptir. İnsanlar için, çağımızda en ağır yük “düşünme” eylemi olarak gözüküyor.

Çok karmaşık ilişkilerin varlığını sürdürdüğü bir toplumsal yaşam içinde bulunuyoruz. Birey olarak, günlük yaşantımızda, farkında olarak veya olmayarak, onlarca karar veriyoruz. Her karar bir düşünme süreci gerektirir. Ancak modern yaşantının hızlı temposu içerisinde verdiğimiz kararlar için düşünce analizleri, durum muhakemeleri yapmıyoruz. Düşünme yükünden kurtulmak için kestirme yollar arıyoruz. Sosyal psikologlar, karar verirken çoğu zaman kopya çektiğimizi, taklitçi davrandığımızı veya zihnimizde yer etmiş alışkanlıkla kararlar verdiğimizi söylüyor. Örneğin, bize benzeyenlerin davranışlarını kendimize örnek alıyoruz. Toplumda yerleşmiş “yargısal kestirme” denilen kalıplardan yararlanıyoruz. Pahalı olanın iyi olduğu, uzmanın söylediğinin doğru olduğunu kabul ederek seçimlerimizi yapıyoruz. Böylece, “düşünmek” yükünden kurtuluyoruz.

Ayrıca, eğer bir seçim yapmışsak veya bir karar vermişsek artık bu kararımızla tutarlı olacak şekilde davranıyoruz. Verdiğimiz kararın doğru, yaptığımız seçimin iyi olduğu yönünde kendimizi ikna ediyoruz. Başlangıçta bir seçim yaptığımıza göre artık tekrar “düşünmemize”, bunun için yorulmamıza gerek kalmadığını değerlendiriyoruz.

İnsanın toplumsal davranışlarında etkili olan bir başka unsur, otoriteye itaat alışkanlığıdır. Yapılan araştırmalar insanların otoritenin istek ve emirlerine karşı koyma yeteneklerinin son derece düşük olduğunu göstermektedir. Çünkü talimatlara göre davranmak bizi “düşünmekten” kurtarmaktadır. Toplumsal bulgular, insanların %95 nin taklitçi olduğunu, aykırı düşünen, farklı arayışlar içinde olanların, kendi yolunu arayanların oranının ise %5 civarında olduğunu göstermektedir. Bu, hemen her toplumda böyledir. 

Yine yapılan araştırmalar, cehalet ve yoksulluk arttıkça, insanların düşünme ve sorgulama özgürlüklerinden vazgeçme oranının arttığını göstermektedir. Sorgulamayan bir birey, sorgulamayan bir toplum, itaatkâr olmaktadır. Bu nedenle yönetici konumdakiler, siyasal iktidarı elinde tutanlar; cehaleti veya dogmatik inançları toplumsallaştırırlar. Bu amaca en uygun iki sosyal olguyu, din ve milliyetçiliği toplumsal zihinlere şırınga ederek bir bakıma toplumu hipnotize etmeye çalışırlar. Çünkü yaratılan sürü psikolojisi, yöneticinin işini kolaylaştırır. Bu yöntem, özellikle diktatöryal, otoriter eğilimli yöneticilerin işine gelir.

Doğası gereği, düşünme tembeli olan toplulukların, bizde olduğu gibi, düşünme alışkanlığı elinden alınmışsa, cehalete mahkum edilmişse veya dogmalarla körleştirilmişse, bilgiyi kendiliğinden anlaması, yorumlaması ve bunu davranışlarına özgürce yansıtması pek mümkün olmamaktadır.

Dolayısıyla, toplumsal psikolojinin iktidar sahiplerine sağladığı avantajlar ancak daha etkili bilimsel tekniklerin kullanılmasıyla, yeni ikna yöntemleriyle ortadan kaldırılabilir. Çünkü insan yapısını, sürü güdüsüyle koşullandırılmak kadar, insanı düşünen, sorgulayan özgür bir birey haline getirmek de mümkündür.

Bunun yolu ise, bilginin toplumsal amaçla kullanılmasını, bilginin demokratikleşmesini, bir diğer adıyla bilginin siyasallaştırılmasını sağlamaktır.

Örneğin, elimizdeki bilgi, Türkiye’nin en zengin %20 lik toplumsal katmanıyla en yoksul katmanı arasında sekiz kat fark olduğunu göstersin. Yine elimizdeki bilgiye göre en zengin %10 luk katman ile en yoksulu arasında 15 kat fark olduğu bilinsin. Öyle ise birilerinin bu bilgiyi pratikte bir tepkiye, örneğin belli bir siyasal amaca uygun şekilde, seçim sonuçlarında o’ya dönüştürmeye çaba göstermesi gerekecektir.

Yoksulluk bir kader değildir, diyecektir.

Tanrının koyduğu böyle bir kuralı yoktur, diyecektir.

Her şey sana bağlı ve senin ellerindedir, diyecektir.

Bu siyasal sistem kar amacı güttüğü için, sen maden dehlizlerinde, kör kuyularda, toplu şekilde ölürken kılını dahi kıpırdatmamaktadır, düzenin hukuk sistemi buna göre yapılandırılmış, yasalar buna göre çıkıyor, Meclis buna göre işliyor, diyecektir veya demelidir.

Örneğin elimizdeki bir başka bilgi şu olsun. Türkiye’de oy verme yaşındaki nüfus ile oy verenler arasında yaklaşık üç milyonluk bir fark bulunmaktadır. Bu bilgiyi kitlelere aktarırken; kullandıkları oyların manipüle edildiği, seçimlerde %5 -10 arasında sahte oy kullanma ve oy yönlendirmesi yapmanın mümkün hale gelebildiği, dolayısıyla yurttaşın belli bir siyasal tercihle kullandığı oyunun değerinin azaldığı, yeni ikna teknikleriyle anlatılacaktır veya anlatılmalıdır.

Örneğin, işsizlik rakamları, enflasyon oranları ne anlama geliyor, dolar niçin yükseliyor vb bilgiler, kitleleri, yaşadıkları olumsuzluklarla ilişkilendirerek anlatılmalıdır.

Karl Popper, “hayat problem çözmektir” diyor. Öyle ise, halkçı / toplumcu siyasal kadrolar, topluma öncelikle, karşı karşıya bulundukları problemin /sorunun ne olduğunu, doğru ve sadeleştirerek anlatmalıdırlar. Çünkü problemi anlayıp kavramayanlar, problemi çözemezler. Çözüm yöntemleri ancak ikinci aşamada konuşulmalıdır. Önerilen çözümün doğruluğuna kitleleri ikna etmek ise ayrı bir beceridir.

 

Av. Başar Yaltı

Av. Dr. Başar YALTI | Tüm Yazıları
Hits: 3029