'Edepsizlik' ve avukatlık

~ 15.05.2014, Ali Rıza AYDIN ~

Sömürü cinayetleri artarak devam ediyor. İşçilerimizin acısı yüreğimizde; “hesap sorma” zamanı şimdi değil de ne zaman?

* * *

Cumartesi günü Danıştay’ın kuruluş yıldönümünde yaşananları Perşembe yazmak geç olabilir. Ancak, medya ve kamuoyunda, başta AKP olmak üzere kimi politikacıların kısır tartışmaları arasında kaybolan bir konuya da girme gereği doğdu.

AKP ve lideri, 11 yılı aşan dönemde, alışılagelmiş burjuva partilerinden ve yönetim şeklinden farklı ve tipik özellikler gösterdi. Bunlardan biri, hukuku ve yargıyı, kendi istediği anlamı yükleyerek kullanması… AKP’ye yapıştırılan “hukuksuzluk” kavramı da bu tür yükleme içinde yerini bulur. Başka deyişle, hukuksuzluk, bir yandan ihmal ya da ihlale dayanır iken, diğer yandan kimi sözcükler dizisi içine sıkıştırılır ya da kavramlar saptırılır.

Erdoğan’ın Barolar Birliği Başkanı’na çıkışı da benzer sığlığa sıkıştırıldı. “Anayasa Mahkemesinde yapamadığını yaptı”, “yargıya kızgınlığını avukatlardan çıkardı”, “cumhurbaşkanlığında olası rakibini alt etti”, “protokol ihlali yaptı”, “Cumhurbaşkanı’nı arkasından yürüttü”, “ev sahibi değildi”, “psikolog ihtiyacı doğdu”, “ev sahibi sustu”, “konuk uzun konuştu” gibi sözcükler sıralanıp duruyor.

İhmal edilen önemli başlıklardan birisi, avukatların örgütü Barolar Birliği… Bu yönden bakıldığında da, “yüksek yargı yerinde yargı dışı konuşma”nın öne çıkarıldığı görülüyor.

Evet, yer Danıştay; gün Danıştay’ın kuruluş yıldönümü; avukatlar, yani savunma, “iddia” ve “karar” ayaklarıyla birlikte yargının saç ayağı, vazgeçilmezi… Ancak bu nitelik, Barolar Birliği Başkanı’nın yalnızca daraltılmış hukuk ve yargı ile sınırlı konuşmasını gerekli kılmaz.

Barolar Birliği, Türkiye’nin büyük ve etkin meslek kuruluşlarından baroların üst organı, anayasal güvenceye sahip ve daha da önemlisi “demokratik kitle örgütü”… Bu nitelik, avukatlık mesleği ile halk arasında bağlantının ve ilişkinin önemini gösterir. Diğer deyişle avukat ve örgütü, yargının halka en yakın ayağıdır; hakların savunucusudur. Dolayısıyla, halkın yaşadığı “adaletsizlik”, en etkin şekilde, hem hukuk ve sosyoloji diliyle hem de siyaset diliyle, yargının içinde ama halkın da içinde olan Barolarla dile getirilebilir.

Erdoğan’ın “edepsizlik” çıkışı, salt Barolar Birliği Başkanı’na değil, “savunma”ya, “demokratik kitle örgütlerine” ve “halka” yöneliktir. Kendi görüşünde olmayan tüm karşıtlarına yöneliktir; “kesin baskı” yaratmaya yöneliktir. Olayın geçtiği yer de bu gösteriyi öne çıkarmaya ve kılıflamaya uygundur.

Karşılaştığı her olumsuz soruşturma, iddia ve kararda, savcı ve yargıcı hedef alan ve gereğini yerine getiren zihniyet, avukatı da sözde edepsizlik kuyusuna hapsederek susturmak istemektedir. Karşısında el pençe divan duran yüksek yargıçları, yargıç ve savcıları görünce kabaran zat, avukatları ve halkı, azarlayacağı kul gibi görmek istemektedir. Yapılan, “kızım sana söylüyorum, gelinim sen anla” örneği, “avukata söylüyorum, halk anlasın” kabadayılığıdır.

Erdoğan, diktatörlüğünü saklamayarak, “ben diktatör olsaydım…” diye başladığı tümcelerin gereğini yerine getirmektedir. Cumhurbaşkanı unvanı altında nasıl bir başkan olacağına ilişkin birçok örneği dışa vururken, Danıştay çıkışı ile bir çeşit son nokta koymuş, “ne halkı ne demokrasinin kurum ve kurallarını tanımayacağını”, halkı köleleştireceğini eylemli olarak göstermiştir.

Erdoğan’ın hesap vermesi gereken fiillerine, “tehdit” ve “köleleştirme” eklenmiştir. Her ikisi de Ceza Kanunu kapsamında olan bu suçlardan ikincisi “insanlığa karşı suçlar” kapsamındadır.

“Vahim” olan, kurallara uyma ve etik davranma gereği duymayan, suç kapsamına giren fiilleri katlana katlana artan bir kişiliğin, bırakın cumhurbaşkanlığına aday olmasını, hâlâ başbakanlık koltuğunda oturuyor olmasıdır.

solhaber

Ali Rıza AYDIN | Tüm Yazıları
Hits: 1281