Rota nereye?

~ 23.04.2011, Metin ÇULHAOĞLU ~
Bugünden kesin bilinenler ve öngörülenlerle başlayalım.
Birincisi: Türkiye’ye 1930’larda yerleştirilen, çok ama çok eksilmekle birlikte etkisini yer yer halen sürdürebilen ideolojik, siyasal ve kurumsal şekillenme artık son demlerini yaşamaktadır. Önümüzdeki seçimlerden sonra şeklen korunan birtakım öğeler dışında bu dönem tümüyle kapanacak, Türkiye’ye yeni bir şekil verilecektir.
İkincisi: Bu şekli verecek olan siyasal güç AKP’dir ve bu partinin önümüzdeki seçimlerde tek başına iktidar olacağı konusunda herhangi bir şüphe bulunmamaktadır.
Üçüncüsü: Başka kanallarda epeydir sürmekte olan törpüleme, aşındırma ve yeniden şekillendirme çabalarının formel tamamlayıcısı yeni bir anayasa olacaktır.
Dördüncüsü: Bu yeni şekillendirmeye, düzenin geleneksel-yerleşik kurumlarından ve partilerinden öze ilişkin ciddi bir itiraz gelmeyeceği de ortadadır. Başka bir deyişle, “ordu ne yapar”, “medya ne der”, “CHP ve MHP nerede tepki gösterir” diye düşünmenin fazla anlamı yoktur.
Bugünden kesin bilinenler ve öngörülenler bunlardır.
***
Yukarıdakilerle aynı kesinlikte olmasa bile ufukta bir başka olasılık daha görünmektedir: Kürt hareketinin ve genellikle onun çevresinde toplanan sol-sosyalist öbeklerin de bu sürecin bir parçası olmaları…
Hiç kuşkusuz, bu olası durumun, yakın geçmişte örnekleri görülen düz AKP destekçiliğiyle, referandumda sergilenen “yetmez ama evet” tutumuyla ve genellikle liberal odaklarca savunulan benzer siyasal duruşlarla büsbütün aynı kefeye konulması haksızlık olacaktır. Bir kere, ortada artık ne istediğini daha net biçimde söyleyen, kendi kitlesini konsolide ettiğini düşünen, her zaman ve her durumda olmasa bile bu kitleyi özel kimi uğraklarda mobilize edebilen, icabında ipleri kendi inisiyatifiyle de gerebilen bir Kürt hareketi vardır.
Üstelik AKP iktidarına ilişkin “bunlar Kemalist-otoriter gelenekten gelmiyorlar, bize daha başka türlü bakarlar” beklentisinin gerçekçi olmadığı da ayan beyan ortaya çıkmıştır. Bu durumda Kürt hareketinin, 12 Haziran 2011 tarihinden sonraki sürecin edilgen, “domuzdan kıl koparmakla” yetinen bir yan aktörü olarak kalması beklenemez. Bir de ek yaparak, Kürt hareketinin çevresindeki sol-sosyalist unsurlar arasında önceki örneğe göre mayası daha sağlam olanların bulunduğunu da söyleyelim.
İyi de, “kurtarır mı”?
Daha açığı, Kürt hareketinin özgüveniyle birlikte mayası daha sağlam kimi solcu-sosyalistlerin varlığı, hedefi belli bir tasarımı ve bu tasarıma ilişkin süreçleri kendi mecrasından çıkarıp başka bir mecraya kaydırabilir mi?
***
Yukarıdaki soruya olumlu yanıt verilebilmesi için, birbirini bütünleyen iki tespitin/varsayımın tartışılmaz açıklıkta ortada olması gerekiyor. Şöyle: “Günümüz dünyasına damgasını vuran eğilim, daha ileri demokratikleşmeden ve özgürlüklerden yanadır; Türkiye’de AKP bu eğilimi görmüş, bu eğilimin dışında kalamayacağını anlamış, eğilimle aynı doğrultuda kalmanın birincil koşulunun da Kürt sorununu çözmek olduğunu kavramıştır…”
Bu tür bir tespit, “tartışılabilir” olmanın çok ötesinde, düpedüz yanlıştır.
Bir kere, günümüz dünyasına demokratikleşmeci ve özgürlükçü bir genel eğilimin damga vurduğunu söylemenin en küçük bir temeli bile yoktur; durum tersinedir. AKP’nin de böyle bir dünya gidişatı görüp “herkes Mersin’e gidiyor, bari ben tersine gitmeyeyim” dediği falan yoktur. Ancak, özellikle AB söz konusu olduğunda bir şeyi iyi bilmekte ve bunu tepe tepe kullanmaktadır: Ne yaparsa yapsın, “ülkeyi ceberut-devletçi gelenekten kurtarıyorum” dediğinde, soluğunu tüketmiş Avrupalı demokratları hoşnut edip mayıştırabilmektedir.
İkincisi, Kürt sorunu gerçekten Türkiye’nin önemli bir sorunudur. Ancak, adı üstünde, ulusal bir sorundur ve bu sorunun tarafı olan herhangi bir ulusal hareketin kendi halkı adına elde edeceği kazanımların ötesinde ülke ölçeğinde genel bir “demokratikleşmenin”, “emekten yana kaymaların” itici gücü olma şansı objektif olarak yoktur. Özel olarak, Kürt hareketinin eksiği veya kusuru değildir; her ulusal hareket için böyledir.
Üçüncüsü ve en önemlisi, AKP’nin niyetleri ve tasarımıdır.
Eğer tekne Sinop’a yol alıyorsa, içeriden birtakım girişimlerle, ikna veya zorlamalarla rotayı Samsun’a kırdırabilirsiniz; ama Antalya’ya götüremezsiniz.
Uçak Münih’e kalkmışsa, kaptanı, ekibi ve yolcuları Frankfurt’a inmeye ikna edebilirsiniz; ama Buenos Aires olmaz.
Araba İstanbul’dan Ankara’ya gidiyorsa Kartepe’ye de uğrayabilirsiniz; ama Bey Dağları çok sapa kalır.
O zaman sormak gerekir: AKP teknesi, uçağı veya arabası, zorlayıp bastırarak “özgürlükçü demokratik cumhuriyete” iteklenebilecek bir rotada mı gitmektedir?
Böyleyse, iteklesinler; efsanevi bir çaba olur:
Sisifos efsanesi gibi…

(SolHaber 23.04.2011)

Metin ÇULHAOĞLU | Tüm Yazıları
Hits: 1957