Ve Yargı Sahneye Çıkar!

~ 30.12.2013, Orhan Gazi ERTEKİN ~

İktidar unsurlarının koalisyondan düzenli olarak çekilmeleri sürerken tarafların güç ve imkânlarını birbirlerine karşı konumlandırma hazırlıkları da artık tamamlanmış durumda. BDP milletvekillerinin tutukluluk hallerinin devamına karar verilmesi Erdoğan ile Cemaat arasındaki çatışmanın yargı alanına doğru yayılmaya başladığının ilk işaretini oluştururken arkasından gelen ve Bakanlar Kurulunun birden fazla üyesine kadar uzandığı söylenen yolsuzluk soruşturması ise iktidar çatışmasındaki inisiyatifin en sonunda Erdoğan’ın elinden çalındığını gösteriyor. Nitekim çatışmanın dershaneler safhası Erdoğan’ın siyasi ağırlığınca belirlenmiş ve bu da ona siyasi avantaj sağlamıştı. Buna karşılık “yargı sahnesi”, Erdoğan’ın hâkimiyet iddiasını savunma alanında kalmaya mahkûm edecek kadar eşitsiz bir dans alanını temsil ediyor ve onu en zayıf olduğu alanda mücadele etmek zorunda bırakıyor. Zaten Erdoğan, siyasi liderliği boyunca en trajik sahneleri yargı alanında yaşamış ve kurumlar karşısında kendi kitlesini politikleştirerek sorunu aşmayı başarabilmişti. Siyasi inisiyatifi Cemaatin elinden yeniden alabilmek için bugün de aynı seçeneğe mahkûm. Fakat bugünkü trajediyi, Erdoğan için derinleştiren noktalar da az değil.

Önce Kürt Sahnesine Müdahale

Türkiye, geldiğimiz noktada artık bir “siyasi bulmaca” alanı olmaktan çıkmış, tarafları belirgin simge ve araçlarla tanınabilir olan bir politik cepheler alanına dönüşmeye başlamıştır. Dolayısıyla, yargı eliyle yürütülen herhangi bir politik müdahalenin kimin tarafından ve hangi saiklerle gerçekleştirildiğini tercüme etmeye kalkışmak gereksiz bir çaba olacaktır. Ama belki iktidar çatışmasının daha özgün anlamlarını açığa çıkarmaya çalışmak verimli olabilir. Bu noktada, tutuklu BDP milletvekillerinin tahliye taleplerinin reddedilmesinin bu çatışmada öncelikle Erdoğan’ın Kürt açılımı planlarını zorlayıcı bir girişime tekabül ettiğini söyleyerek başlayalım. Sebebi şu: Balbay serbest kalırken BDP milletvekillerinin tahliye taleplerinin geri çevrilmesi, Erdoğan’ın Ergenekon Davası ile KCK davaları arasındaki siyasi dengenin üzerine kurduğu “Kürt açılımı” politikalarını zora sokuyor. Çünkü “Milliyetçi cephe” ile “Kürt cephesi” arasındaki eşitsizlik derinleşiyor. Başka deyişle, Ergenekon davasındaki çözülmenin KCK’ya kadar uzanmasının engellenmesi, bugüne kadar “ulusalcılık” ile “Kürt hareketi” arasında kurulan dengenin “Milliyetçi Cephe” lehine bozulmasına yol açıyor. Bu anlamda Balbay’ın serbest kalışı ile BDP milletvekillerinin tutukluluğunun devamı arasındaki çelişki Cemaatin Erdoğan liderliğine zarar verecek tutarlı politik tutumunun bir tezahürü olarak okunabilir. Çünkü Cemaat, Balbay’ın serbest bırakılması yoluyla Ergenekon içinde kısmi bir çözülmeye razı olduğunu göstermekle beraber KCK davalarındaki tutuklulukta ısrar ederek Erdoğan muhalefetine dönük “Milliyetçi Cephe”yi huzursuzluklarından arındıracak ilk girişimlerde bulunuyor. Ulusalcı alanı kontrollü rahatlatırken ve bu alanda pazarlığa açık olduğunu hissettirirken Kürt alanını yine kontrollü daraltıyor. İktidar çatışmasının “büyük dava”lara nasıl yansıyabileceği açısından bunu bir kenara yazın. Sonuçta bu müdahaleler aynı tutarlılıkla devam ederse Erdoğan’ın Kürt açılımı derin bir boşluğa sürüklenecektir.

 

Yolsuzluğa Karşı Mücadele mi?

Gelelim ucu Hükümete dayanan yolsuzluk ve rüşvet soruşturmasına. Erdoğan, bu olayda birden çok algı ile mücadele etmek zorunda. Birinci nokta, bu soruşturma, çatışmanın bugüne kadarkilerden daha üst bir aşamaya taşındığının kesin ilanı olmakla beraber nereye kadar uzanacağının kestirilmesinin henüz zor olmasıdır. Kendi siyasi sorumluluğunu aldığı bir yargı tarafından hem de yolsuzlukla mücadele bağlamında sorgulanıyor olması da savunmasını zorlaştırıcı bir unsur. Bir diğer nokta ise, Türk siyasi tarihinde ilk kez iktidara karşı bu çapta bir yargı operasyonu düzenlendiği gerçeğidir ki böylece Cemaat ve diğer “Milliyetçi Cephe” unsurları tarafından yargının demokratik terfisi olarak pazarlanabilecek somut bir veri hazırlanmış oluyor. Dolayısıyla hükumet güçlü bir yolsuzluk vurgusu, buna ek olarak “tek adamcılık ve iktidar çürümesi” tespitleri ile yargı bağımsızlığı hassasiyeti üzerinden geliştirilen bir politik muhalefet baskısı ile karşı karşıya. Erdoğan ise bütün bunlar karşısında “milli iradeye karşı yargı vesayeti” iddiasından başka bir politik mücadele donanımına sahip değil. Oysa Cemaatin ince hazırlanmış müdahalesine karşı bu yaklaşım son derece dayanıksız, sığ ve içeriksiz bir hazırlığa tekabül eder. Daha kötüsü ise yargı ve hukuk alanının, Erdoğan’ın politik ufku içinde ciddi bir yer edinememiş olmasıdır ki bu durum onun Cemaatin yarattığı hukuksal ve yargısal meşruiyet alanları karşısında zayıf kalmasının en önemli sebebidir. Kuşkusuz ki, Cemaat dışındaki tüm politik hareketler açısından geçerli olan bir zaaftır bu.

Erdoğan’ın Yargı Trajedisi

Bununla beraber Erdoğan açısından yargıyı gerçek bir handikap haline getiren şey şudur: Yargıda Erdoğan’ın “A planı” Cemaatin daima “B planı” olarak devreye girmiştir. Bu durum, Erdoğan’ın yargı içindeki kendi asli kadrosunun dahi Cemaatin “yedek kadrosu” olarak belirlendiğini gösterir. Adalet Bakanı ve Müsteşarı da buna dahil! 7 Şubat 2012 darbe girişiminden dahi önceden haberdar olmaması ve son yolsuzluk soruşturmasının geçmişi bir yıl öncesine kadar uzandığı halde her nasılsa gafil avlanması gibi gelişmeler göz önüne alındığında Erdoğan’ın kendi politikaları ve kadrosunun sınırlarına mahkum olduğunu söylemek abartı olmaz. Dahası Erdoğan’ın, 7 Şubat yargı darbesinden daha birkaç hafta önce bütün kamuoyuna “yargıya milletin eli değdi” dediğini de hatırladığımızda yaşadığı yargı trajedisinin ne kadar ciddi olduğunu fark etmek zor olmayacaktır. Dolayısıyla Erdoğan, hukuk ve yargı alanında, genel olarak sanıldığının tersine bilgi ve müdahale alanları yaratma konusunda aktif bir taraf olmadığı gibi bu alandaki girişimlerini de Cemaatin kendi kazancına dönüştürdüğünün henüz farkına varmaya başlamıştır. Yargı ile yaptığı her mücadelede yeniden başa dönmesinin sebebi buradadır.

Kuşkusuz en başa dönen sadece Erdoğan değil, aslında hepimiziz. Ülkeyi sadece kendi siyasi birikimlerinden ibaret gören bugünün iktidar unsurları varlık ve eylemlerini sürdürdükçe ve kendilerini muhtemel bir iktidara kadar taşıdıkları takdirde bütün bir hayatımızın bir yap boza dönüştürüldüğünü görmeye devam edeceğiz. Buna karşılık, bugün Türkiye, yargının iktidar savaşının temel aracı haline gelmesine dönük acil bir demokratik eleştiri ile yolsuzluk ve iktidar çürümesine yönelik muhalefetin tutarlı biçimde bir araya getirilmesine ihtiyaç duymaktadır ve bunu başaran bir Türkiye içinde bulunduğu siyasal krizi bir kazanıma dönüştürebilir. Bu açıdan bugünün demokrasi mücadelesine dönük en büyük tehlikenin yolsuzluk ve çürüme kadar yargı alanından da geldiğini, çözümün de yine oralardan kurulması gerektiğini rahatlıkla söyleyebiliriz. Yargı meselesini yeniden tartışmak bizi, yolsuzluklar ve despotizm ile mücadelenin ucuz bir iktidar oyunu haline getirilmesi çabasına karşı da daha uyanık kılacaktır. Aksi takdirde yargı, içine daldığı her sahneyi kendi sahibi lehine kullanmaya devam edecektir…

Orhan Gazi Ertekin – Demokrat Yargı Eşbaşkanı

Orhan Gazi ERTEKİN | Tüm Yazıları
Hits: 1431