Botokslu Bir Yüz İçin

~ 26.03.2011, Asaf Güven Aksel ~

Öylesine bir göz yorma faaliyeti sırasında denk geldim Ruşen Çakır’ın televizyon programına, bir an için gördüm Nazlı Ilıcak’ı. Amanın n’oolmuş buna böyle botokslu gibi filan deyip geçtim. Samimi söylüyorum, muhtemelen programın başlarında böyle yorumlayacaklarla dalga geçmiş, diş ya da dişeti, ya da fizyonomik herhangi bir rahatsızlık sebebiyle böyle göründüğünü, yoksa tabii ki botoksla filan uğraşacak olmadığını söylemiştir diye düşündüm. Meğer botoksluymuş sahiden, sonradan öğrendim. “Özel bir bakım” yaptırmış,

Sanırım, bana “botokslu gibi olmuş” dedirten, ona botoksu gerçekten uygulatan şey, bir ayrışma noktasının ipucunu veren şeydir: duruş.

Siyasal planda ne kadar karşınızda yer alsa, her tür çirkefle bezense, gerici odaktaki en güçlünün yanına konuşlanmakta mahir olsa da, böyle bir kişiliğe bile “duruş” yakıştırmaktan geri duramıyoruz. Mutlaka bir açıklama yapmıştır, Nazlı Ilıcak botoks yaptırmaz diyoruz. E, yaptırıyor işte.

Botoksun ne anlama geldiği üzerinde dururuz, fizik açıdan. Ama bizdeki bu düşmanın bile omurgalısını arayışın mecaz anlamı daha önemli sanki. Her şeyi beklemeye teorik olarak hazır oluşumuzun, gene de çocukça bir şaşkınlığa uğramamızı önleyemeyişi, aynı zamanda, nasıl olup da bu türlü melanet içinde umudu diri tutabildiğimizin de yanıtıdır. Bu şaşırmayı kaybettiğimiz, karşımızdakilerin giderek pespayeleşmesine biraz da acımayla bakmaktan vazgeçtiğimiz zaman bir sorunumuz var demektir.

Baksanıza şu liberallerin haline. Yerlerinde olmak ister miydiniz? Geçin bizi, Ahmet Nesin’in o zehir zıkkım, o inkârdan gelinemez sözlerine muhatap olmak ne acı! “Demokrasi” nutuklarınızın, “diktalarla hesaplaşma” fiyakalarınızın, yamandığınız iktidar eliyle göz çıkarırcasına tuz buz edilmesi karşısında düştüğünüz hal ne kötü! Kırk dereden su getirirce kıvranmak durumunda kalmak ne hazin!

Acı. Kötü. Hazin… “Alçakça” diyemiyoruz, çünkü o bunların üstünde bir mertebedir. Saf öfke uyandırmak bir omurga işidir. Bundan bile yoksunluk, ne düşüştür!

Referandumun “yetmez ama evet”çileri neredeler şimdi? Son olarak “Ortadoğu devrimleri”ni selamlarken görüldülerdi, neredeler şimdi? Söyleyeyim: Basılmamış kitaba yapılan işlemi protesto ediyorlar. Emperyalistlerin Libya’dan ellerini çekmeleri için kampanya yürütüyorlar. Bu yüzden alçak değil zavallılar işte. “Salağa yatmak” zorunda kalmaktan daha iç acıtan ne olabilir? Keşke çıkıp meydan meydan savunsalardı üç gün önceki teorilerinin, siyasetlerinin sonuçlarını. Keşke öfkemizi hak etselerdi. Yok öyle bir mayaları…

Kralın şarabından içen, kralın baş ağrısını çeker derler. Düştükleri hal budur. Kralı hicvetmekle eğlendiren, dozu aşarsa kellesi giden bir soytarı onuruna sahip olamadıkları için, el etek öpücü kişiliksiz dalkavuk geleneğini sürdürdüklerinden, efendileriyle birlikte okkanın altına gitmekten korkuyla mızıldanıyorlar şimdi.

İzleyin Melih Altınok’u örneğin. Bir efendiyi kurtarıp yaldızlamanın telaşındaki trajediyi görün. Önce, basılmamış kitapla ilgili, örgütsel doküman, şifreli satırlar, kolektif bir metin iddialarını destekleyeceksin. Sonra, bu böyle olsa da toplatılmamalıydı diyerek halisane demokrat görünümüne bürüneceksin. Yetmeyecek, basılsın kitap, ben de matbaanın kapısında bekçi durayım diye efeleneceksin. Sonra misyonun aklına gelecek, bu işlemi yapan Ergenekon operasyonlarını tarihin kaydettiği en ileri demokratik dava olarak ilan edeceksin, durmayacaksın. Efendinin kulağına da, ama bu yediğiniz halt üstümüze gölge düşürdü diye fısıldayacaksın. Ve bunları bir gün içinde yapacaksın! Böyledir bizde dalkavukluk geleneği, ona baktıkça senin yüzün kızarır…

Onlar adına yüzümüzün kızarmasıdır biraz da bizi biz yapan,,,

Ne emperyalizmi, ne tezgâhı, devrimler oluyor, bunu göremeyenler şöyledir böyledir diye ahkâmlar keseceksin, ABD’nin ve Batı’nın garantörlüğünü üstleneceksin, kimlikler ve aşağıdanlık üzerine şaşaalı analizler üreteceksin, sonra Libya’ya bombalar yağacak, seni bu kez “emperyalizme karşı” nutuk atarken göreceğiz. Ve bunları bir gün içinde yapacaksın! Ne yaptın be efendi, tam da senin olmadığına milleti ikna etmişken! Durdur şu saldırıyı, turuncumuzu lekeleme! Televizyonlarda bize teşekkür ettiydin unuttun mu Tayyip, niye bizi zora soktun şimdi! Neden-sonuç ilişkisi kuramayan teorisyenler değil bunlar, amorf zihinler. Bu yüzdendir, bakıp iç geçirişimiz.

Oğuz Atay mı demişti, yazık ki düşman bile yok… Yok şöyle hakkınca öfkelenecek bir duruş karşımızda. Biraz merhamet, biraz mide bulantısı. Çapları ancak buna elveriyor.

Belki bunu arayışımızdandır, benim, “yok canım, botoks değildir” umudum, botoks olduğunu öğrenince bir kırıklık yaşamam. Üflemişsin de şişmiş, parmak gezdirsen dümbelek tıpırtısı alacağın bir yüzle çıkınca karşıma üzülüşüm bundandır. Yapmamalıydın be Nazlı Ilıcak…

Kırışıklıklarını yok etmiş silikon zerkiyle. Kırışıklıklar. Yani, yaşadığı hayatı yok etmiş. O hayatın bıraktığı izleri silmiş. Hangi yönde sürdürürse sürdürsün mücadelesini, o şimdi ikinci plandadır, çektiği zahmetlerin, uğraşların tanıklarını ortadan kaldırmış. Her birinde bir siyasal dönemecin öyküsünü anlatabileceğimiz derinlikleri düzlemiş. Kaypaklığın da bir duruş olabileceği insanlık durumları vardır. Biliriz mesela, Nazlı Ilıcak 12 Eylül’de postal yalamıştır, referandumda en amansız 12 Eylül muhalifi kesilmiştir. Biliriz mesela, bunun sözle ifadesinde bir yanardönerlik, ama özde tutarlılık olduğunu. Biliriz mesela, 12 Eylül referandumunun 12 Eylül rejiminin güncellenmesi olduğunun farkındadır, etrafındaki yeni yetme şapşallardan daha bilinçli olduğu için. Kaypaklığını, bunu açık ifade etmeyişinde görürüz. Ama, duruşu vardır işte Nazlı Ilıcak’ın, yansımaları değişse de. O, budur. Türedi yalakalarla kıyaslanmayacak netlikte bir düşmandı Nazlı Ilıcak. Tuttu botoks yaptırdı. Gece kulüplerinde âlem yapan muhafazakâr fotosunu yırtıp atardık da, bundan dönüş de yok...

Bunca yıldır mücadele ettiğimiz yüzünü değiştirdi. Bizden kalan izleri de sildi. Ve bu lanet olası silikonda, yeniden üremeyecek çizgiler. Baktığımızda anımsayacağımız şeyler yok artık. Bir kişiliği var diyorduk. Bir duruşu var diyorduk. Üzüldüğümüz budur. Beklemezdik. Şaşırdık.

Şöyle sağlamından düşmana hasretimizdendir biraz da bizim çocuk kalışımız…

(SolHaber 26.03.2011)

Asaf Güven Aksel | Tüm Yazıları
Hits: 2965