Ali Bulaç, ilahiyat kökenli bir sosyologdur.
1 Mayıs 2010 tarihli Zaman’da şu satırları yazdı:
“Küçük yaştaki çocuğu sabahın erken saatinde kreşe
yetiştirmeye çalışan, akşama kadar müşterilerle, kendini bilir
bilmez insanlarla boğuşan, saatlerce trafiğe takılan,
alelacele kendini eve atıp yemek
yetiştirmeye çalışan bir kadın mı daha avantajlı,
yoksa yavrusu kucağında büyüyen,
evini geniş vakitte düzene koyup
kalan bol zamanda hayır faaliyetlerine
katılan, medeni-sivil etkinliklere katılan
kadın mı?”
Bulaç, 2011 sonunda yazdığı 4 makaleyle
modernizmin kadın algısını ve devletin
kadın istihdam politikasını eleştirdi.
Özeti şuydu:
“Kadını evden çıkarıp
iş dünyasına katmak, onu
sömürmek isteyen küresel piyasa
ekonomisinin bir tuzağıdır. Oysa
bizim örfümüzde kadının asli yeri
evidir. Yuvayı dişi kuş yapar.”
2013 Ocak ayında dozu artırdı:
“Kadının birinci görevi annelik
ve ev hanımlığıdır. Kadınlar
çalıştığı için, erkekler cinayete sürükleniyor.”
***Bulaç’ın görüşleri, nihayet
devlet katında benimsenmişe benziyor.
Peşi peşine gündeme sürülen
bir dizi demeç ve paketle, kadına
“Erken evlen-hemen doğurevinde
otur” denmeye başlandı:
? Başbakan, dün, kız-erkek
aynı evde kalan üniversite
öğrencilerine müdahale sinyali
verdi. “Evlenmeden olmaz” diyor.
? Uludere katliamına
benzettiği kürtaja karşı bir yasa tasarlıyor.
? Israrla kadınlardan 3-4 çocuk istiyor.
? Gençlik ve Spor Bakanlığı,
evlenen öğrencilerin öğrenim
kredisi borçlarının silineceğini,
yurtta parasız kalabileceğini açıklıyor.
? Aile ve Sosyal Politikalar
Bakanlığı, 18-24 yaş arası
evlenenlere 10 bin lira teşvik
kredisi vaat ediyor.
? “Çocuk teşvik paketi”yle
doğum izni 16 haftadan 18
haftaya çıkarılıyor. 3 çocuklu
kadına 1 yıl yarım gün çalışma
hakkı getiriliyor. 3 çocuklu asgari
ücretlinin vergi yükü sıfırlanıyor.
***Bulaç’ın görüşleriyle
hükümetin politikalarını birlikte
değerlendirince niyet, gayet net görülüyor:
Gençler, erkenden başgöz edilecek.
Kürtaj yasaklanırken, doğum ödüllendirilerek
genç annelik ve çok çocukluluk teşvik edilecek.
İşveren, sürekli doğurup izin almalarından
bıkıp kadınları istihdam etmeyecek.
“Dişi kuş” işi bırakacak, yuvasına
dönüp “minik kuş”larını besleyecek.
***Tarih kitapları bu politikayı iyi tanıyor:
1930’lar İtalyası’nda
Mussolini, “Her ailenin en az 4
çocuğu olmalı” diyordu.
Almanya’da Hitler, “Kadın,
erkek dünyasına girmemeli.
Onun kutsal görevi, Alman halkına çocuklar
hediye etmektir” görüşündeydi.
İlkin “Aile Yasası”nı çıkardı. Kredi
sistemiyle evliliği teşvik etti. Kürtajı
ağır cezalık suç haline getirirken
her aileden en az 4 çocuk istedi.
Ailelere, her yeni
çocukta artan para yardımı yapıldı. 4
çocuk yapan çiftlere ev hediye edildi.
8 çocuk doğuran
kadınlara altın madalya takıldı.
“Yeni millet”in ideal kadını,
çocuğunu emziren bir anne
olarak resmediliyordu.
Ancak savaş patlayınca bütün
bu politikalar çöpe gitti:
Çünkü fabrikada çalışacak,
cephede savaşacak kadına ihtiyaç vardı.
***Erdoğan, sık sık eleştirdiği
1930’lar faşizminin diliyle
konuşuyor, ama insanlık, o
dilin dünyayı nasıl bir faciaya
sürüklediğini biliyor.
Kadın da, “cennet” olarak
tarif edilen evde, kendisini nasıl
bir erkek şiddetinin beklediğini görüyor artık...
Hiçbir rüşvet, bağımsızlığını
kazanmış kadını yeniden eve
tıkıp kuluçkaya yatırmaya yetmez.
Bilmemek ayıp değil ama...
Erdoğan, “Yok
Montesquieu şöyle demiş,
yok Rousseau böyle demiş”
diye konuşanları aşağılamış.
Önceki gün ise,
“Cumhuriyet fazilettir” demişti.
Montesquieu’nun sözüdür.