Cenazede miyiz?

~ 29.08.2013, Can DÜNDAR ~

Başbakan, son dönemde habire cümle içinde "ip-kabir-kefen-ecel" kelimelerini kullanır oldu. Konu ne olursa olsun, laf dönüp dolaşıp buraya geliyor.

Sanırım bu eğilim 3 yıl önce başladı.

Erdoğan, Menderes'in memleketi Aydın'da dedi ki:

"Bana, 'Merhum Başbakan'ın akıbetini bilmiyor musun'diyorlar. Biz bu yola beyaz gömleğimizi giyerek çıktık. Milletim için bu canı feda etmeye hazırım".

* * *

O günden itibaren "ölüm" bahsi, Başbakan'ın bakıp konuştuğu "camdan" eksik olmadı.

Aydın konuşmasından sonraki bahar, Kilis'te "Bizi ölümle korkutmaya çalışıyorlar" deyip Erdem Beyazıt'ın şiirini okudu:

"Ölüm bize ne uzak, bize ne yakın ölüm/

Ölümsüzlüğü tattık, bize ne yapsın ölüm."

Ertesi güz, İstanbul'da, "Öleceğiz ve iki metre mezara gömecekler. Orada hayat son bulacak" dedi.

Duygusaldı.

O kış, Orman ve Su İşleri Bakanı'na, "Gölet bin günde bitmezse darağacını nereye kuralım" esprisini yaptı.

Tuhaftı.

Bu Haziran'da bu sefer Ankara'da "Biz yola çıkarken kefenimizi giydik de çıktık" dedi.

Tekrardı.

Daha geçen gün de, diktatörlüğün olduğu yerde, aleyhte yayın yapan gazetecilerin "sallandırılacağından" söz etti.

Sallamaydı.

* * *

Ne oluyoruz?

"Darbecileri içeri tıktık. Çapulcuları ezdik" diyor.

Asker-polis-savcı-yargıç-medya-iş âlemi-akademi esas duruşta bekliyor.

Öyleyse neden bu "beyaz gömlek-darağacı-urgan"

edebiyatı? Bu kontrol edilemeyen ağlama seansları, öfke

patlamaları, darağacı konuşmaları?..

Bu yükselen korku neden?

Neden, -Financial Times'ın geçen haftaki cümlesiyle-"Erdoğan gittikçe daha da dengesiz olmaya başladı?"

Kimileri, bunu Başbakan'ın hastalığına bağlıyor.

Ayşenur Aslan, "tükenmişlik sendromu" diyor.

Financial Times'ın tahmini şu:

"Erdoğan, Türkiye'deki sokak protestolarının Mısır'daki gibi bir darbenin habercisi olduğuna inanıyor."

Ben de bu kanıdayım. Kendi verdiği örnekten gideyim:

* * *

Menderes'in dengesini bozan, 1958'de, Irak'taki darbe olmuştu. Kendisini aynı akıbetin beklediği hissine kapılanBaşbakan, muhalefeti şöyle eleştirmişti:

"Irak'ı misal göstererek, adeta 'Bunları öldürecek bir serseri çıkmayacak mı' demektedirler. Buna cüret edenlerin idam sehpalarında can verdiklerini hatırlasınlar."

O günden sonra gündeme "sehpa" kurulmuş ve ülke, adım adım o yola sokulmuştu.

* * *

Ben 1958 yazındaki Irak darbesinin Menderes'in haletiruhiyesinde yaptığına benzer bir tahribatı, 2013 yazındaki Mısır darbesinin Erdoğan üzerinde yaptığını tahmin ediyorum.

"Mısır'daki tuzaklar bizim için de geçerli" demesi, bunun alameti...

"Taksim, Tahrir olmayacak" sözü de öyle...

Menderes, 5 Mayıs 1960'da, ünlü 555K eyleminde, "Hürriyet istiyoruz" diyen gençlere "Hürriyet olmasa bir Başvekile bunları söyleyemezdiniz" diye bağırmıştı.

Erdoğan'ın, "Ben diktatör olsam, bana diktatör diyemezdiniz" cümlesine ne kadar benziyor değil mi?

Ne darbe istiyoruz, ne diktatör...

Bu "kefen-ecel-kabir-urgan" bahsi kapansın istiyoruz.

Siyaseti cenaze levazımatçılığına, ekranı ağlama duvarına

çevirmeyelim. Kötü fikirleri zihinden silmek için ya bir kurşun dökülsün ya da Necati Şaşmaz tekrardan Başbakanlığa gelsin.

"Fosforlu kedigözleri bize yol göstersin."

"Acil değil ama, çabuk çabuk..."

(Birgün)

Can DÜNDAR | Tüm Yazıları
Hits: 1265