Yeni Sosyal Demokrat Politika Gereksinimi

~ 09.03.2010, Aydın CINGI ~

Sosyal demokratlar mevcut bunalımın yarattığı yenilenme fırsatından yararlanabilecek durumdalar mı?

Sosyal demokratlar, son yıllarda, Avrupa’da epey zemin yitirdiler. SPD geçen yıl yapılan Federal Almanya genel seçimlerinde tarihsel bir dip noktaya düştü; Fransız Sosyalistleri son cumhurbaşkanlığı seçimlerinden bu yana baş aşağı gidiyorlar; İngiltere’de ise Labour çok güç bir durumda. Aslında bu ülkelerde seçmen, 2000’li yıllarda, 1990’lı yıllara oranla kayda değer ölçüde sağa kaymadı. Bu yıllarda sol, kendi içinde, sadece eskiden olduğundan daha da belirgin biçimde bölündü: sol partiler, yeşiller, sol liberaller ve de sosyal demokratlar. Bu sürede, sosyal demokrat politikalara dönük talep potansiyeli daralmadı. Ne var ki, Avrupa sosyal demokratları, mevcut bunalımın yarattığı boşluğu doldurmalarına elverecek inanılır çözüm seçeneklerini oluşturup sunabilme yetisinden hala yoksunlar.

Neoliberalizmin otuz yıllık egemenliği sosyal piyasa ekonomisinin normlarını neredeyse yok etti. Neoliberal düzen, bu normları salt bir “serbest piyasa” kavramına, “devleti” de en temel işlevlerine indirgedi; sosyal demokrasinin klasik değerleri olan “eşitlik” ve “dayanışma” kavramlarını dışladı. Bugün sosyal demokratların, onlarca yıllık neoliberal koşullanmadan sonra sıkıntıya düşmeleri yadırganmamalıdır.

Yüksek ve alçak gelir grupları arasındaki açıklık 1970’li yıllardan itibaren büyümeye başlamıştı. Sosyal demokratlar bu süreci durdurmak için çaba göstermelilerdi. Fakirleşen sosyal kategorilerin durumunu düzeltmeye çalışmalı, düzenin kayba uğrattığı kesimlerin sosyal entegrasyonunu sağlamalı, artan verimin getirilerinin bir bölümünü düşük ücretlilere aktarmaya uğraşmalılardı. Oysa bu sürede iktidarda bulunan sosyal demokratlar, bunları yapacaklarına, esneklik ve deregülasyon politikalarında ısrar ettiler. Bu, hele de emekçi örgütlerinin tamamen güçsüzleştiği bir sosyo-ekonomik ortamda, ücretler ve istihdam ile çalışma koşulları üzerinde daha da çok baskı oluşturdu.

Berlin Duvarı’nın yıkılması, bu olumsuz gidişi özellikle güçlendirdi. Bilinen bir gerçektir ki, “refah devleti” İkinci Dünya Savaşı sonunda oluşan geniş bir sosyal ve siyasal güçler koalisyonunun desteği sayesinde ortaya çıkabilmişti. Bunlar; güçlü Komünist ve Sosyalist partiler, örgütlü emek ve Marksist aydın kesimi idi. Ayrıca Komünist Blok’un varlığı, Batı’nın serbest piyasasını frenleyici etki yapıyor; piyasanın, kendini vahşi güdülerine kaptırmasını engelliyordu. Neoliberalizm, tüm bu etkenler 1980’lerden sonra birden ortadan kalkınca, dizginlenemez oldu.

Endüstri Devrimi, çıkarları çelişen yeni sosyal sınıflar yaratmıştı. Sosyalizm, “büyük değişim”in getirilerinden yararlanan azınlık karşısında sürekli fakirleşen çoğunluğun bu gidişe verdiği yanıttı. Ancak sosyalizm, bunun da ötesinde, ahlak ve mantık dışı bir sistemin reddi anlamını taşıyordu. Temel değerleri olan eşitlik ve dayanışma esasen bu bağlam ve ortamda doğmuştu. Bu sosyal tepki, 1929 krizinde ve onu izleyen depresyon sürecinde daha da büyümüştü. Dengesiz piyasalar bunalıma sürüklendiğinde, en şiddetli darbeyi  o zaman da yine en zayıflar yemişti. İkinci Dünya Savaşı sonrasında “refah devleti”nin belirmesine, işte bütün bunlar yol açmıştı.

Bugünkü koşullar ile sosyalizmin 19. yüzyılda doğduğu dönemin ve İkinci Dünya Savaşı öncesi ve sonrası yılların koşulları arasındaki benzerlik çarpıcıdır. Kuşkusuz ki, mevcut koşullar yeni bir tarihsel fırsat için ortam oluşturabilirler. Ancak yine de, Avrupa sosyal demokrasisinin, İkinci Dünya Savaşı sonrası “altın çağı”na yeniden kavuşması yolundaki beklenti günümüzde gerçekçi değildir. O dönemden bu yana, Avrupa’nın bugün yüzleşme durumunda kaldığı sorunların özünü değiştiren pek çok değişim meydana gelmiştir: teknolojik gelişim sonucu bazı sektörlerin başka ülkelere taşınması ve buna bağlı sosyal kırılmalar; sosyo-politik taleplerin, yeni sosyal bölünmeler dolayısıyla, çok fazla çeşitlenmesi; nüfusun yaşlanması nedeniyle, çalışan ve çalışmayan kesimler arasında beliren olağanüstü orantısızlık; dış göçlerin katkısıyla oluşan çok kültürlü ve heterojen toplum yapısının sosyal dayanışmayı zayıflatma olgusu; vb. Söz konusu değişimler yapısaldır ve geriye dönüşsüz farklılaşmalara yol açmışlardır. Bu nedenle, sosyal demokrasi, yakın gelecekteki politikalarını bu değişimleri dikkate alarak oluşturmalıdır. Ancak, içinde bulunduğumuz aşamada sosyal demokratlar için en önemli şey, devletin rolü üzerinde ve piyasaları düzenleme konusunda yeniden düşünmektir.

Sosyal demokrasi, küreselleşmeyi ve onun sonuçlarını düzenlemeler yoluyla kontrol altında tutabilmelidir. Gerçek ilerici politikalar, yoksulluğu gidermeye değil onun ortaya çıkmasını engellemeye yönelik olan politikalardır. Bazı sosyal demokratlar, bulunduğumuz ortama bakarak, durumun daha da kötüye gitmesini önlemeyi şimdilik yeterli sayıyorlar. Bence bu yanlış bir görüştür. “Sol” düzeltmeli, değiştirmeli, yaratmalı, biçimlendirmeli, iyileştirmelidir…Eğer kayda değer bir şey yapılmayacaksa, bunu “sağ” daha iyi becerir. Yaşamımızın tüm süreçlerini piyasa radikalizmine mi terk edeceğiz; yoksa sosyal ve ekolojik gereksinimlerimize uygun insanca bir model mi yaratacağız? Günümüzde sosyal demokrasinin yaşamsal ve tarihsel sorunu budur.

Aydın CINGI | Tüm Yazıları
Hits: 6291