İleri demokrasi manastırı

~ 27.04.2013, Uğur KUTAY ~

Hatırlar mısınız, Benetton’un fotoğrafçısı Oliviero Toscani 1992’de dünyayı sarsan bir fotografik tasarım yapmıştı: Genç bir rahibe aynı yaşlarda bir rahiple öpüşüyor. Aslında çok masum bir ergen öpüşmesi, kullandığı dinsel kodlar nedeniyle çok tepki çekmişti. O günlerde tartışılmadı ama, bence bu tepkinin ortaya çıkardığı en ciddi sorun şuydu: İtalyan sinemacılar özellikle ‘70lerdeki erotik film patlaması sırasında kilise-cinsellik ilişkisini hiç kimsenin akıl edemeyeceği kadar ileri boyutlarda ve bol sadizm sosuyla ele almışlardı ama hepsini toplasanız bu bir tek karenin gördüğü tepkinin yarısıyla bile karşılaşmamıştı. ‘70ler ‘90lardan daha mı ileriydi?

 

1970ler istismar sinemasının alt türlerinden olan ‘nunsploitation’ (rahibe-istismar) filmleri çoğunlukla ortaçağda geçer ve lezbiyen erotizminin sadizmle birleştiği bir manastır hayatını konu edinir. Bakımından sorumlu olduğu yaşlı hastaları işkenceyle –mesela birini ağzına doldurduğu pamuklarla, diğerini her yerine sapladığı iğnelerle- öldüren nekrofilik sadist rahibe mi dersiniz (Killer Nun, 1978), haçla mastürbasyon yapan rahibeler mi istersiniz (Interno di un convento, 1978), hepsini ve daha fazlasını bulabileceğiniz epey ‘kafir’ bir anlatılar evreninden söz ediyoruz. Bu türün en ilgi çekici örneğiyse 1974 tarihli Flavia, the Heretic‘tir (Kâfir Flavia) -filmin özgün ismi (Flavia, la Monaca Musulmana) ‘Flavia, Müslüman Rahibe’ anlamına geliyor, ama ‘Kâfir Flavia’ oldukça doğru bir çeviri, çünkü ortaçağ Avrupa’sında ‘Müslüman’ sözcüğü bir dinin mensuplarını tanımlamak yerine genellikle ‘kâfir’ anlamında kullanılıyordu, tıpkı bugün Müslümanların Hıristiyanlara ‘gâvur’ (kâfir) demesinde olduğu gibi…

15. yüzyıl başlarında İtalya’da geçen hikaye, Flavia isimli genç kızın babasının bir Müslüman askeri öldürmesine tanık olmasıyla başlar. Manastıra girip rahibe olan Flavia babası sayesinde yaşadığı bu travmatik deneyimin etkisinden hiçbir zaman kurtulamaz, en derin ayinler sırasında bile o Müslüman askerini hatırlar, fresklere her baktığında onun yüzünü görür. Flavia zamanla dünyanın ‘erkek şiddeti’ ve iktidarıyla kurulmuş olduğunu fark eder. Dış dünyada babasının uyguladığı baskı manastırda yerini tanrının baskısına bırakmıştır. Bir gün İsa figürüne tutkuyla sorar Flavia: “Neden? Tanrı neden erkek, neden?!” Böylece yavaş yavaş bu erkek-egemen dünyanın dışına çıkar. Filmin en ilginç anlarından birinde, Müslüman istilacıların gemilerle kıyıya yanaştığı sahnede, yöre halkı korkuyla kaçışırken erkek-Hıristiyan iktidarından nefret eden yaşlı rahibe Agatha’nın –ki Flavia’yı asıl yoldan çıkaran da odur- sevinçle kahkahalar atarak şöyle bağırdığını duyarız: “Tanrı kâfirleri kutsasın ve siz Hıristiyanları kahretsin!”

 

Rahibe Agatha ve Flavia Müslümanların gelişine çok sevinmiştir, çünkü böylece erkek-Hıristiyan kültürünün yıkılacağını düşünmektedirler. Prens Ahmet önderliğindeki Müslümanların yardımıyla Flavia manastırı ele geçirir ve erkek-Hıristiyanlıktan intikamını alır –bu arada babasını da öldürerek etrafındaki tüm ‘baba’lardan kurtulmuş olur. Ama bu sırada Müslümanlar da acımasızca asıp kesmekte, erkekleri kazığa oturtmakta, toprağı kana bulamaktadır. Sonunda Flavia bu erkek-Müslüman şiddetine de dayanamaz, onları da terk eder. Ama ne yazık ki toplumun her kurumuna sinmiş bu derin şiddetten uzaklaşmayı başaramaz; finalde yine erkek-kilisenin eline düşer, kâfir olduğu ve kâfirlere yardım ettiği gerekçesiyle canlı canlı derisi yüzülerek öldürülür.

 

 

Gördüğünüz gibi dile getirdiği hümanist söylemlerle hem Hıristiyan hem de Müslüman ilahiyatına karşı duran filmin ‘kâfirlik’ düzeyi oldukça yüksek. Ama burada asıl dikkat çekici olan, bir grup Avrupalı sinemacının 1974 tarihli son derece sıradan bir istismar filminde –ve diğer onlarca filmde!- kilisenin tepkisinden çekinmemiş, filme isim verirken “Acaba Müslümanlar ne der?” diye düşünmeye hiç gerek duymamış olmaları... Oysa çok değil sadece 15 yıl sonra dünya, soğuk savaş ürünü çok acayip bir ‘yeşil kuşak’ projesinin korkunç sonuçlarına teslim olacak; İsa’yı ‘insan’ olarak tasvir eden Günaha Son Çağrı filmi izlememiş Hıristiyan ve Müslüman kitlelerce lanetlenecek, aslında Müslümanlara tek bir kelime bile hakaret ya da küfür içermeyen Şeytan Ayetleri’nin yazarı hakkında kitabı okumamış kişilerce ölüm fetvası çıkarılacak, Anadolu’nun ortasında insanlar yakılacak, genç ve rahiple rahibenin fotografik öpüşmesi toplumu sarsacak, gün gelecek bir twitter mesajı 10 yılla cezalandırılacak...

 

 

Evet, belli ki 1974’ün dünyası ifade özgürlüğü açısından bırakın ‘90ları, 2013’ten bile daha ileriymiş…

(Birgün)

Uğur KUTAY | Tüm Yazıları
Hits: 1560