Cahiliye Dönemi'nden İslam'a kadın

~ 18.04.2013, Rana ULAŞ ~

İslam dini, Müslümanlarca tüm insanlık için indirilmiş bir din olarak kabul edilse de, öncelikle Arapların dini olarak yaygınlaşır. Yaygın söyleme göre de, o dönemde Arapların ahlaki açıdan çöküş döneminde olması gösterilir. Arapların İslam’dan önceki bu dönemine de “Cahiliye Devri” adı verilir.

Diyanet İşleri’nin yayını olan “Diyanet, İlmi Dergi”(1) nin ilk sayısında Cahiliye Dönemi’nde kadının toplumdaki yeri işleniyor. İslam’ın kadını nasıl bir barbarlıktan çıkardığını ispatlamayı amaçlayan yazı, yer yer kendini  çürütüyor. İşte, biz de kadının İslam öncesi ve sonrası durumuna ilişkin bir fark var mı varsa bu farklar nelerdir diye  bakacağız.

Diyanet dergisindeki yazı, “Cahiliye” sözcüğünü inceleyerek başlıyor. Arap dilbilimcilere göre “Cehile” kökünden gelen cahiliye, ilmin zıddı ve hafifmeşreplik gibi anlamlara geliyor. Arap tarihi araştırmacısı Philip K. Hitti’ye göre ‘cahiliye’ İslam’da esas olarak Allah’ı bilmemek ya da tanımamak anlamlarında kullanılıyor. Çünkü Hitti’ye göre, Arapların İslam’dan önce de gelişmiş bir kültürü ve edebiyatları olduğundan, cahillik ve barbarlık söz konusu olamaz.  Bu yüzden de Cahiliye Dönemi’ni, Arapların İslam öncesine verilen ad olarak almak gerekiyor.

Diyanet  dergisi, Cahiliye Dönemi’nde toplumun ataerkil  biçimde düzenlendiğini söylüyor. Sanki İslam’dan sonra Arap toplumunda ataerkil düzen yıkılmış gibi. Cahiliye Dönem’inde toplumun kadını bir meta olarak görmesini eleştiriyor. Sınıflı bir toplumsal yapının olduğunu göz ardı etmemek gerekiyor. Kabileler biçiminde yaşayan Arap toplumunda; özgür kişiler, köleler ve orta sınıflardan oluşan bir hiyerarşik yapı bulunuyor. Kadınlar da, özgürler ve cariyeler (köle kadınlar) olarak ikiye ayrılıyor.

 Bu dönemin varlıklı, itibarlı ve etkin ailelerinde özgür kadının durumu öteki kadınlardan epey farklı. Sosyal yaşamın her alanında bu kadınları görme olanağı var. Dergide verilen bir örneğe göre; “İslam’ın doğuşuna yakın dönemde kimi kadınların yöneticilik yaptığı bir gerçektir. Amalika kabilesinden         ez-Zebba adındaki kadın yöneticilik, Lokman kızı Suhr adındaki bir başka kadın ise ordu komutanlığı yapmıştır.”

En azından, özgür kadınların barbarlık ve baskı altında olmadığı açık... Bu tür örnekler daha çok. Hepsini buraya almak olanaksız.

Cahiliye Dönemi’de kadın erkek ilişkilerinde belli ölçü ve kuralların geçerli olduğu ve örflere bağlı kalındığı yine dergi tarafından açıklanıyor. Kadınlarla erkekler arasında harem-selamlık olduğu buna karşın eve gelen yabancı bir erkeğin evdeki bir kadını örtüsüz görse bile “kötü” gözle bakmaması örflerinin bir parçası olduğu da verilen bilgiler arasında. Belli ki, kadın erkek arasında gelişigüzel bir ilişki yok.

Çölde yaşayan toplumdaki kadın içinse şu açıklamalar yapılıyor;

“Çöldeki kadın, ister yabancı isterse yakın akraba olsun, erkeklerle birlikte çalışmaya, oturmaya ve konuşmaya devam eder. Çünkü çöl çevresinin iyi komşuluk ilişkilerine dayalı şartları ve tesis edilen insanlar arası güven ortamı, kadın-erkek ilişkilerinde bir ihanete uğrama gibi her türlü şüphe durumlarını ortadan kaldırıcı bir özelliğe sahiptir.”

Bu açıklamalardan kadın ve erkeğin görece eşitlik içinde yaşadığını söyleyebiliriz. İslamiyet öncesinde ne tür bir barbarlık söz konusu anlamak mümkün değil. Cahiliye Dönemi kadınlarının durumu çok iyiydi demek istemiyorum. Ataerkil bir düzenin kadınlarının durumu ne kadar iyi olabilirse o kadar iyiydi demek mümkün!

Ancak, barbarlık ve baskı altında olan kadınlar cariyelerdir. Savaşlardan ganimet diye alınıp satılan köle kadınlardı cariyeler.  Bir cariye ancak çocuk sahibi olup kocası öldükten sonra özgür olabiliyordu.

Sonuçta, İslam da cariyeliği ve köleliği kaldırmadı. Yalnızca kölelerin hukukunu düzenledi. Cariyelik ve köleci düzeni olduğu gibi devraldı.

Bu durumda İslamiyet’le birlikte kadın nasıl barbarlıktan kurtuldu diye sormak gerekiyor. Diyanet’in dergisindeki söz konusu yazıda bu soruya yanıt yok!

Arif Tekin’in “Kur’an’ın Kökeni” (2) adlı çalışması bize bu konuda yardımcı olabilir. Tekin’in de kitabında örnek olarak verdiği Nisâ Suresi’nin 3. ayetine bakalım, şöyle deniyor;

“Yetimlerle evlenmeniz halinde onların haklarına riayet etmemeniz söz konusuysa, o zaman beğendiğiniz (size helal olan) kadınlardan ikişer, üçer, dörder tane alınız. Şayet birçok kadınla evlenmeniz halinde onlar arasında haksızlık yapmaktan korkarsanız, o zaman bir kadın alın; yoksa sahip olduğunuz cariyelerle yetinin.”

İslam’ın, kadınların hakkını koruduğu bir efsaneden ibaret görünüyor. Yukarıya aldığım ayette cariyelerin kadın ve insan yerine bile konulmadığı açık. Cariye sayısının sınırı yok. Cariyeleri istedikleri gibi kullanma hakkı olan bir Müslüman erkeğin bu kadınları satma hakkının olması, kadını ne yazık ki cahiliye devrinden daha fazla korumuyor ve kurtarmıyor. Bu konu burada bitecek gibi görünmüyor, devam edeceğiz.

 1.Diyanet ,İlmi Dergi, cilt: 37, Sayı:1, Ocak-Şubat-Mart, Ankara, 2002, sh:61-..

2. Arif Tekin, Kur’an’ın Kökeni, Berfin Yayınları, İstanbul, Nisan 2012, sh:273

(Yurt Gazetesi)

Rana ULAŞ | Tüm Yazıları
Hits: 3175