Bizim Küf'lü Sessiz'liğimiz!

~ 13.04.2013, L. Doğan TILIÇ ~

Her yanından şiddet fışkıran memlekete asıl hakim olan sessizlik. Bakmayın ortama gürültünün hakim olmasına. Barların yüksek volyumlu vurdumduymazlığına, sokaklarda patlatılan gaz bombalarının, kalabalıklar üzerine sürülen panzerlerin sesine, dağları baharla birlikte saran (şimdi artık son bulmasını umutla beklediğimiz) tüfek tarakalarına bakmayın.

Asıl olan, yıllardır aynen hüküm sürmekten küflenmiş bir sessizlik işte. O sessizliği bir çığlığa dönüştüremedik.

63 akil insan”ımız kapalı salonlarda barış anlatmak için dolaşmaya çıktıklarında, yüzelli binden fazla insan da Bogota sokaklarına çıkmıştı geçen gün; sessiz bir barış çığlığı olarak. Kolombiya hükümeti ile FARC gerillaları arasındaki barış görüşmelerinin başarıyla sonuçlanması için... En önde, 1964 beri süren savaşın kollarını bacaklarını kaybetmiş askerleri...

Bizde ise, 1980’den beri, her yerden fışkıran her türden şiddete karşın, öylece olduğu yerde duragelmekten küflenmiş bir sessizlik hakim...

Dün, Medya ve Kültürel Çalışmalar Master Programı’nın bir etkinliği olarak, iki başarılı genç yönetmenin uluslararası ödüllü ve çarpıcı iki filmini izledik ODTÜ’de: Rezan Yeşilbaş’ın Cannes’da ödül alan kısa filmi “Sessiz” ve Ali Aydın’ın ilk uzun metrajlı filmi olan “Küf”.  

Öncelikle her iki genç arkadaşıma da İstanbul’dan gelip deneyimlerinini bizle paylaştıkları için teşekkür ediyorum.

Salondan gelen “Siz de, bu iki filmi izletmekle bu salonda bize şiddet uygulamadınız mı?” sorusunu, Yeşilbaş ve Aydın birlikte “Evet” diye yanıtladılar.

Filmlerin gösterildiği salon da “şiddet”di aslında; Necdet Bulut Amfisi...

Necdet Bulut ülkenin yüzakı bilim insanlarından biriydi. 1977’de TİP’den milletvekili adayı olmuştu. 26 Kasım 1978 gecesi, Trabzon’da faşistlerce çapraz ateşe alınmış, arabasında tam 27 kurşun deliği açılmıştı. Oğlu ve dört ay önce evlendiği eşinin hafif yaralandığı saldırıdan kurtulamamış, 8 Aralık’ta yaşamını yitirmişti. Katilleri önce 15 yıl ve müebbet almış ama 1985’de “yeterli kanıt bulunamadığından” beraat etmişlerdi.

O amfide filmlerini izlediğimiz Rezan ve Ali, o güzel insanın öldürüldüğü yıllarda doğdular. O gün bugün hep şiddeti görüp yaşadılar. Kah Diyarbakır’da, cezaevindeki eşiyle Türkçe konuşamadığı için “Sessiz”ce bakışan bir annenin çaresizliğinde, kah Galatasaray meydanı önünde evlatlarını arayan Cumartesi annelerinin direncinde. Gazetelerde, televizyonlarda hep tecavüz, kadın cinayetleri, çatışmalarda ölen hepsi bizim olan çocuklarımızın haberleri vardı onlar büyürken.

Bugün de “akil insanlar”ın barış turuna çıktığı memleketin dört bir yanından biber gazı eşliğinde inip kalkan copların sesi duyuluyor. Kah Silivri’de mahkeme salonu önünden, kah Diyarbakır’da üniversite yerleşkesinden...

Böylesine şiddet dolu toplumda, hele pekçok şiddet eyleminin dosyaları on yıllarca sonuçlandırılmaksızın oldukları yerde küfleniyorsa, bir şiddet gibi yüzümüze çarpan filmler yapılıyor işte.

Bu küflü sessizlikten bir ses yükseltmek, bir umut yeşertmek gerek artık. Mutlaka...

A. Aydın’ın Demiryolu bekçisi Basri’si, gözaltında “kaybedilen” oğlunu 18 yıl boyunca tek başına aramamalı.

R. Yeşilbaş’ın, “Türkçe konuş, çok konuş” talimatları yükselen cezaevinde, eşine yeni bir ayakkabı götürebilmenin mutluluğunu ancak sessiz bir tebessüm olarak yaşayan annesi de yalnız kalmamalı.

O sessiz tebessümü alıp kahkahaya dönüştürmenin yolunu arayıp bulmak zorundayız. Sinemada ve hayatta... Bir küflü sessizliğe mahkum olmak istemiyorsak!

(Birgün)

L. Doğan TILIÇ | Tüm Yazıları
Hits: 1225