Olağanüstü barış hali

~ 27.03.2013, Ayşenur ARSLAN ~

Merhaba, Medya Mahallesi’ne hoş geldiniz.

Televizyonda “fişim çekilince” bir süre gündemden uzak kaldım. Neyse ki, zaten soğumaya hiç niyeti olmayan sıcak gündemi yakalayabildim.

Kişisel tarihimde yeni bir kavşak olan köşe yazarlığına, tarihi notu düşmeden anılmayan Barış Süreci ile başlamamak olmaz. Başlayalım. Ve elbette öncelikle medyadan başlayalım. Sevgili meslektaşlarım bir hafta boyunca  yazmadık şey bırakmadı. Kamuoyunu  bir umut/gözyaşı/coşku seline boğdu. En küçük bir eleştiriye öfke mesajları yağdırdı. “Ama” diyeni savaş baronu ilan etti.

Tuhaf. Bu memlekette Kürt sorunu,  “ama”lar susturulduğu için, karşıt görüşler ve eleştiriler terör suçu sayılıp yazan/çizen/konuşan içeri tıkıldığı için büyümedi mi? Bu yüzden PKK sorununa, yani teröre dönüşmedi mi?

Nasıl olacak bu iş? Olağanüstü Hal yıllarını ne çabuk unuttuk! Şimdi sıra Olağanüstü Barış Hali’nde mi? Barışılacak.. Medyamız umut saçacak.. “Oldu oluyor” heyecanıyla okuma yazma unutulacak.. Öyle mi!

Okuma yazmayı unutmak önemli. Çünkü birkaç slogana kapılmayıp, PKK-BDP cephesinin ASLINDA ne dediğini okursanız durumun ASLINDA  hangi noktada olduğunu anlarsınız. Zaten saklamıyorlar. Açık açık söylüyor, yazıp çiziyorlar.

Örneğin, DTK Genel  Başkan Yardımcısı Aysel Tuğluk  Nevruz’da konuşurken aynen şöyle dedi:

"Sayın Öcalan bu alanlardaki halkın iradesidir. Sayın Öcalan bu hareketin lideridir. O nedenle Öcalan'a yaklaşım Kürt halkına yaklaşımdır, Kürt sorununa yaklaşımdır. Kürt sorununun çözümünü istiyorlarsa Öcalan'ın özgürlüğünü sağlamak durumundadırlar. Biz Öcalan'ın özgürlüğünü istiyoruz.”

Birkaç gün sonra da, BDP Eş Başkanı Gültan Kışanak konuştu:

"Mevcut yasalarda Öcalan yasadışı bir örgüt lideri olarak görülüyor. ’Bununla kim niye görüşüyor’ diye bir savcı çıkıp dava açarsa ne yapacağız? Bunun için yasal güvence istiyoruz, sürecin yürümesi için bu çok önemlidir."

Buna, Öcalan’ın mektubundaki, Karayılan’ın mesajlarındaki “Meclis şartı”nı eklerseniz süreci ve hangi durakta olduğumuzu rahatlıkla görebilirsiniz.

PKK-BDP cephesi, öncelikle Meclis’in devreye girmesini talep ediyor. Bunu sadece, barışın bir “Türkiye Projesi” olması adına istemiyorlar. Aynı zamanda, hatta öncelikli olarak, Meclis’in Öcalan’ı muhatap alması, onun terör örgütü lideri konumundan çıkartılması için istiyorlar. Bekliyorlar.

PKK-BDP cephesinin eli güçlü. Bölgedeki gelişmeler, kendi ifadeleriyle “bin yılda bir gelecek bir fırsat” yarattı. Öcalan, bizzat iktidar eliyle meşrulaştırıldı. Ayrıca malum, iktidarın –yani Başbakan Erdoğan’ın- önünde başkanlık sistemi gibi olmazsa olmaz ve acil bir sorun var. Hazır Öcalan da, “İslam bayrağı altında buluşabilir, başkanlığa sıcak bakabiliriz, yeter ki bu sorunu çözün” demişken… Kamuoyunu bilmeyiz ama medya bunca umutluyken ve henüz başlamamış yolculuğu sonuna getirmişken.. Süreç kıvamında demektir!

Yine de bazı sorular ve itirazlar, akıl çatlaklarından sızıp gündeme düşüveriyor. Olağanüstü Barış Hali bu nedenle gerekliydi. Bu nedenle ilan edildi.

Soru sorulmayacak… Eleştiri getirilmeyecek… Olağanüstü Barış Hali’ne uymayanlar  barış düşmanı ilan edilecek  ve daha fecisi Nihat Doğan tarafından lanetlenecek!

Bunların yerine “çekilme tarihi bir sonbahar akşamı mı yoksa karlı bir kış günü mü” tartışması yapılacak. (Bu satırları akşam yazdım, sabah kalktım ki Kasım 2013 konuşuluyor!)

Kaderin cilvesi değil elbette! Ancak bu ülkede Ankara’nın doğusu Olağanüstü Hal Bölgesi’dir. Batısı ise, “o/bu/şu hassas dönemde” işler yürüsün diye susar. Susturulur! Şimdi, işin içinde barış olunca, medyamızı gönüllü bir suskunluk örtüsü kapladı.

“Ben de barıştan yanayım” cümlesini kurmayı zül sayarım. Hayatım ve mesleki tarihim ortada. Ama demokrasinin olmadığı yerde barış nasıl olacak diye sormak da mı ayıp! PKK-BDP cephesinin, hiç saklamadıkları kırmızı çizgilerini yazmak da mı sakıncalı! Hele gündemi değiştiriveren AKP Genel Merkezi’ne bombalı saldırı haberleri.. Onları akıl süzgecinden geçirmek de mi olmaz!

Bakın şu işe; DHKP-C’li teröristler aslında Başbakanlık binasına saldıracakmış. Ancak bir de bakmışlar ki, meğer orada güvenlik çok sıkıymış. Allah Allah!... Sonra bu tedbirsiz teröristler “madem öyle biz de AKP binasına saldıralım” demişler.. Sahiden tedbirsiz ve ayrıca dört dörtlük salak oldukları için, saldırı sonrası law silahını –hem de üzerindeki parmak izini bile silmeden- sokağın birinde bırakıvermişler..

Derken, küçük bir ordu tadındaki güvenlik güçleri, bir sabahın 05.30’unda DİSK’in 70 bin üyeli Genel-İş Sendikası’nın ve başka birkaç sendikanın kapısını “kırmak suretiyle” çalmışlar. Operasyon helikopter desteğiyle yapılmış… Gerçi içerde sakıncalı hiçbir şey ve hiçbir kimse bulunamamış.. Ama…Neyse… Yani…

İktidarlar, gündem değiştirmeyi iyi bilir. Yeni bir icat da değildir üstelik. Yeter ki, medyası soru sormadan kabullensin. Peşinden gitsin.

Örnek çok da, TARAF ile vereyim. Gazete dün şu manşeti atmış: CHP’nin DHKP-C hassasiyeti.. Altındaki spotta da ek bilgiler var: Ankara’daki LAW’lı saldırının DHKP-C’li tetikçisi eski sendika başkanı çıktı. Polis sendikaları aradı, CHP sert tepki gösterdi.

Sevgili (eski) arkadaşım Oral Çalışlar neyin ne olduğunu kendi yaşamından da bilir. Bu manşeti atarken ne düşündü bilmiyorum. Ben utandım.

NOT: Bu, ilk yazı. Yani günahı olmaz. Yanlışlıklar, uzunluğu ve bilumum hatalar affola! Pazartesi, Çarşamba ve Cuma yazacağım. Pazar günleri de Medya Mahallesi’nden ilginç notlar ve anekdotlarla karşınızda olacağım. Görüşmek üzere efendim.. Adalet arayan, özgürlük bekleyen herkese sonsuz sevgilerle...

(Yurt Gazetesi)

Ayşenur ARSLAN | Tüm Yazıları
Hits: 1352