Genel Kurul

~ 19.03.2013, Av. Ayhan ERDOĞAN ~
Sayın divan, saygıdeğer konuklar,gazeteciler ve sevgili meslektaşlarım, Çağdaş Avukatlar Grubu adına hepinize Merhaba diyorum.
 
Her ne kadar olağanüstü hal ilan edilmemiş olsa da genel kurulumuzu olağanüstü bir dönemde yapmaktayız. Demokratik hakların yok edildiği, eşitlik ve özgürlük mücadelesi verenler, hak arayanlar, sendikada örgütlenmek isteyenler, doğasına toprağına suyuna sahip çıkanlar, bilimsel eğitim diyenler, YÖK'e karşı duranlar, Adil ücret diyenler, yani kısacademokratik talepte bulunanlar güvenlik kuvvetleri ve yargı ile susturulmaya çalışılmaktadır.
 
Bu sürecin geçmiş faşist darbelerden farkı baskının ve şiddetin sivil bir iktidar tarafından uygulanması olup, toplumsal muhalefetin polis marifetiyle kriminalize edilerek Yargı eliyle muhaliflerinin tasfiye edilmesidir. Dolayısıyla bu dönemi ifade eden davalar, politik davalardır.
 
Süreç, davalar eliyle toplumu baskılamakla sınırlı değildir. Başta 12 Eylül iddianamesi olmak üzere bu dönemdeki İddianameler ve yargılamalar yoluyla İktidar,yeni bir resmi tarih yazım sürecini hedeflerken aynı zamanda kurumların ve sivil toplumun, kontrolü altına geçmesi amacını da murat etmektedir. AKP artık kurucu iktidardır ve her kurucu iktidar gibi kendini hiçbir yasayla bağlı hissetmemektedir.
 
Bu yolla iktidar hükümet olmaktan devlet olmaya geçiş yapmakta ve artık toplumu kendi istediği biçimde yeniden tanımlamakta ve yapılandırmaktadır.
 
Elbette dönüştürülmek istenenin demokratik bir model olduğu iddiasında değiliz. Gitmekte olanın 1789 Fransız Devrimi sonucu oluşan birden fazla sınıfın iktidarını içeren 'kuvvetler Ayrılığı' modeli olmadığını bilmekteyiz. Başkanlık sistemine ilişkin eleştirilerimiz olmakla birlikte gelenin de liberalizmin bağrında yeşeren ABD modeli bir başkanlık sistemi olmadığını görmekteyiz.
 
İktidarın toplumu her yönüyle biçimlendirmeye yönelik girişimleri, çıkardıkları yasalar ve kurumlarının dayattığı uygulamalardan otoriter bir dönemin içinde yoluculuk yaptığımızı biliyoruz. Sorun Gelmekte olanın gitmekte olandan daha ceberrut bir devlet yapılanmasını içermesidir.
 
Laiklik tartışmaları 4+4 sistemi eğitime yapılan müdahale ile sonlandırılmış, türbanın kamuda kullanımı sağlanmış ve nihayetinde çocukların çizgi romanlarındaki penguenlere kadar türbanlı resimli roman yayımları ile gerici gidişin çizgisi ortaya konulmuştur.
 
Bu dönüşümde Hukuk açısından kırılma noktası olarak 12 Eylül Anayasa Referandumu görülmelidir. HSYK, Özel Görevli Mahkemeler, Terörle Mücadele Kanunu 10. maddeyle görevlendirilen Mahkemeler, delil üretebilen Polis teşkilatı, Tanık Koruma kanunu, TCK 220 ve 314. maddeler, soruşturmanın gizli yürütülmesini düzenleyen CMK 157. madde ve benzeri düzenlemelerle toplum cendereye alınmıştır.
 
Başsavcıların makamında gözaltına alınarak yargılanması, yargı örgütlerinin kapatılması artık haber değeri bile olmaktan çıkmıştır. Esasen medya üzerinde kurulan baskı hiçbir demokratik ülkede görülmeyecek bir şekilde sürdürülmekte ve ODA TV davasıyla muhalif habercilik 'dokunanın yanacağı' bir faaliyet alanı olarak ilan edilmektedir. RTÜK Yasasının 7. maddesinde yapılan düzenleme ile Başbakana 'yayın durdurma' yetkisi verilerek iktidar eleştirisi içeren muhalif yayın çıkarmak adeta imkansız hale gelmiştir.
 
Seçim Kanunu, Siyasi Partiler Kanunu ve %10 baraj ile halkın mecliste kendini temsil etmesi engellenmektedir. Taşeronluk sistemi ile işkollarındaki sendikal örgütlenmenin önü kapatılmakta, Kamu Emekçileri Sendikalarına 'terör örgütü muamelesi' yapılarak, yöneticileri ve aktif üyeleri tutuklanıp bu alandaki muhalefetin sesi kesilmektedir.
 
 
İktidar bilmelidir ki, ister Özel Görevli Mahkemeleri olsun, isterse Terörle Mücadele Kanunun 10. maddesi gereğince kurulan Mahkemeleri olsun; savunma hakkı kullanılmadan ve adil bir yargılama yapılmaksızın verilen kararların tarihsel ve evrensel hukuk ilkelerine aykırı olması, sadece uluslararası hukuku ilgilendiren bir sorun değildir.
 
Biliyoruz ki; hukuk sadece egemen olanın düzenini sürdürmesini amaçlar. Hukukun adaletle doğrudan bir bağı olmadığını da biliriz. Her sistem gibi bizim ülkemizde de düzenin devamı için yapılan yargılamalarda, Mahkeme Kararlarlarına adalet verisini yüklemeye çalışıldığını da biliriz.
 
Bu halde dahi düzenin devamını sağlayan Mahkemelerin yasayla kurulmuş olması onların kararlarının toplum vicdanında yer bulacağı anlamına gelmez. Öncelikle eşit paylaşımı içeren demokratik bir sisteme ihtiyaç vardır. Bu halde dahi, Mahkeme kararları 'adil bir yargılama' ile 'eksiksiz bir savunma' sonucu oluştuğu zaman toplum vicdanında yer bulacaktır.
 
Açıkçası her sistemde savunma olmaksızın mahkemelerin vereceği kararlar toplum vicdanında yer bulmayacaktır. Çünkü Mahkemeler her ne kadar hukuka dayandıklarını ifade etseler de, mevcut sistemin sürdürücüsüdürler. Bu nedenle eşitsizliğin sürdüğü, paylaşımın adil olmadığı dönemlerde yargılamalar tarihe o dönemin baskı araçları olarak geçecek, öte yandan savunma böylesi dönemlerde halkın vicdanının sesi olarak tarihte yerini alacaktır.
 
Biliyoruz ki, bütün bu müdahale ve dönüşüm Uluslar arası tekellerin ülkeyi yağmalaması uğuruna yapılmaktadır. Bunun etkisi avukatların artık işçileşmesinin yanısıra yargının sujesi olmaktan çıkartılarak iş takipçisi durumuna düşürülme çabalarından da anlaşılmaktadır.
 
Bu sürece karşı direnebilecek yapıların büyük bölümü ele geçirilmiş, polis ve Özel Görevli Mahkemelerde sürdürülen davlar ile halk, sindirilmiş durumdadır. Ergenekon davası ile başlayan süreç ikna olmayanların iknası, dönüşümü idrak etmeyenlerin idrakı biçiminde gelişmesi nedeniyle birbirine benzemez kişilerden torba bir dava olarak oluşturulmuştur.
 
Bu davayı Balyoz, KCK, ODA TV, Devrimci Karargah, Hopa, DHKPC, Pınar Selek ve benzeri davalar takip etmiştir. Bu davalar toplumun farklı kesimlerinden farklı düşünenler hatta karşıt düşünenlerin aynı torbanın içinde konularak sürdürüldüğü politik davalardır. Bu davalarda toplumu etkileyebilecek kişiler derhal tutuklanmakta ve toplum üzerinde baskı oluşturmaktadır. Artık konuşan, düşünce ifade eden ve dokunan yanmaktadır.
 
Toprağına, deresine, doğasına sahip çıkan Hopa halkı, iktidar tarafından 'eşkiya' olarak tanımlanmakta ve fakat iktidarın kolluk gücü tarafından katledilen Metin öğretmen'in hesabı iktidar tarafından verilmemektedir. Hopa davasında taş silah olarak iddianamede yer alırken, Samsun'da Halkevini ve TKP binasını basan faşistler için aynı taş silah olarak değerlendirilmemektedir.
Aslında bu durum bize yabancı da değildir. 12 Eylül 1980 Faşist Cuntası döneminde de halkın yanında yer alan devrimciler siyasi suçlu sayılmakta ve fakat faşist çeteler devlet yanlısı ilan edilip fiilleri adli vakadan görüldüğü hafızamızdadır.
 
İktidar polisin kriminalize ettiği muhalif görüşleri yargı eliyle susturma çabasında iken Savunma bu düzenin çarkına konulmuş bir taş gibi durmaktadır. İşte bu nedenle sıra savunmaya gelmiştir.
 
Savunmanın görevini hakkıyla yapması iktidarı, istihbarat örgütlerini ve mahkemelerini o kadar rahatsız etmektedir ki, Devrimci Karargah davasında adeta delil olarak kullanılan MİT raporunda; müdafiilik görevi üstlenen avukatların hakkında 'davayı eksiksiz ve ciddi takip etmekte' olduğundan bahisle suçlama yöneltilmektedir.
 
Sürdürülmekte olan davalarda savunma görevinin yapılması sürekli olarak engellenmektedir. Ergenekon ve KCK, davalarında Mahkemenin dava avukatlarını jandarma marifetiyle salondan zor kullanılarak çıkartması ülkemiz tarihinde hiçbir dönemde görülmemiştir. Mahkemeler savunmayı adeta ortadan kaldıracak şekilde avukatlara davaya girme yasağı koymakta ve adil yargılanma hakkının ihlali yanında sanıkları da savunma hakkından mahrum bırakmaktadır.
 
Balyoz davasında savunma yok sayılmış deliller tartışılmamış ve bunu talep eden avukatların davada savunma imkanı elinden alınmıştır. Adil yargılama ve savunma imkanının yok edilmesi bu günkü sürecin doğallığı içinde kabul görmüştür. Kamuoyunda öne çıkan bu davaki Adil yargılama ihlalleri ilk olmayıp sonda değildir.
 
Öte yandan KCK davası adı altında başka bir torba dava daha açılmıştır. Kürt kimliğine ilişkin haklarını arayan yurttaşların tutuklu sürdürülen yargılanmalarında, savunma görevini üstlenen avukatların adil yargılama ve eksiksiz bir savunma mücadele vermeleri kendilerinin tutuklanmalarıyla sonlanmıştır. Artık sıçrama yapılmış avukatların kollukla duruşma salonundan atılması, iktidarı ve mahkemeleri kesmemiştir. Sıra KCK davasında savunmanın tutuklanmasına gelmiştir.
 
 
 
Bu gün savunma örgütü olarak meslek temsilciliğinin yüklediği görevini yerine getirmesi nedeniyle kovuşturmaya uğrayan İstanbul BarosuYönetimi, KCK davasında savunma görevi yapan avukatların gözaltı aşamasında 'bu resim içinde yer almayacaklarını ifade etmişlerdir. KCK tutuklanmalarının bu gün başlarına gelecek olanın habercisi olduğunu fark edememiş olan Baro yönetimi tarihsel bir hataya düşerek sahip çıkacaklarının savunma olduğunu görememişlerdir.
 
Artık ok yaydan çıkmıştır. Savunmaya bu şekilde dokunulduktan sonra yol açılmıştır. İktidar hızını alamamış ve bu kere Çağdaş Hukukçular Derneği yöneticisi ve üyesi avukat arkadaşları tutuklayacak bir süreç başlatmıştır. Devrimci avukat geleneğinin en önemli yapı taşı olan Çağdaş Hukukçular Derneği üyesi avukat arkadaşlarımıza gözaltında, yurttaşların yasal hakkı olan 'susma hakkını' neden hatırlatıyorsunuz diye soru yöneten savcılar, bu hakkın yasal bir hak olup avukatlık görevinin zorunlu işlerinden olduğunu elbette bilmektedir. ÇHD üyesi avukat arkadaşlarımıza yöneltilen suçlamalar avukatlık faaliyeti ile ilgili olup halkın uğramış olduğu haksızlıklarda yanlarında yer almaları soruşturma konusu yapılmıştır. Bilinmelidir ki, ÇHD devrimci avukat geleneğinin tarihi mirasını taşımakta olup bu konuda yalnız değildir.
 
Anadolu Adliyesindeki avukat girişlerinde yaşanan hukuk dışı müdahaleye karşı çıkan Kartal Hukukçular Derneği yöneticileri ve avukatlar hakkında da soruşturma başlatılmıştır. Bu soruşturmada Başsavcılık, Türkiye Barolar Birliğinin yazısını çarpıtan bir basın açıklaması yapmış ayrıca talimatı doğrultusunda Özel Güvenlik Görevlilerinin saldırılarına yol açmıştır. Hukuksuzluğa direnen avukat arkadaşlarımız bu kere soruşturma ile sindirilmeye çalışılmaktadır.
 
Savunmaya yönelik saldırının son halkasını İstanbul Barosu Yönetim Kurulunun hakkında açılan dava oluşturmaktadır. Avukatlık Kanununun verdiği görevi ifa etmeleri nedeniyle haksız bir suçlamayla karşılaşan İstanbul Baro Yönetim Kurulu bu nedenle yargılanmaktadır. Avukatlık Kanunu İstanbul Barosu Yönetim Kurulunun görevi başında olduğuna işaret etmektedir. Bu nedenle İstanbul Barosunu çeşitli soruşturma ve kovuşturma ile devirmeye çalışanların yanında yer almayacağız. İstanbul Barosunun yönetim değişikliğinin ancak ve ancak Genel Kurul iradesiyle olması gerektiğine inanıyoruz.
Savunmaya yönelik saldırılar karşısında her karede yer almak gerektiğine olan inancımızla, 17 Mayısta İstanbul Barosu Yönetim Kurulu üyelerini savunmak üzere Silivri Asliye Ceza Mahkemesi'nde olacağız.
 
Biz Çağdaş Avukatlar Grubu olarak Yargılananların inançlarına, kimliklerine, felsefi düşüncelerine ve siyasi tercihlerine bakmaksızın herkesin Adil Yargılanma ve eksiksiz savunma hakkı ile toplumun tüm kesimlerinin hak arama özgürlüğü olduğuna inanırız.
 
Savunmanın mahkemelerden kollukla atılması ve duruşmalardan men edilmelerine son verilmesi ile tutuklu avukat arkadaşlarımızın derhal serbest bırakılmasını istiyoruz.
 
İktidara sesleniyoruz: Avukata, baroya, Savunmaya dokunma bir gün sizinde ihtiyacınız olabilir.
Saygılarımla Av. Ayhan Erdoğan
Çağdaş Avukatlar Grubunu Temsilen
 
 
 
Av. Ayhan ERDOĞAN | Tüm Yazıları
Hits: 1933