Anayasa işi...

~ 14.02.2013, Nurettin ABACIOĞLU ~

İktidar partisinin yöneticilerine bakılırsa, AKP’nin 2023 dahil, pek bir yere gitrmeye niyeti yok. Şimdiki kamuoyu yoklamaları da, onca estek ve köstek badiresine karşın, halen bu partinin her iki seçmenden birisinin oyunu aldıklarını gösteriyor. Bundan da cesaret alan muktedirler, yeni dünya düzeninin biçtiği dona göre rejim ve memleket tasarımlarına devam ediyorlar.

Muhalif cepheden kalem erbabının ortaklaştıkları ise şudur; AKP, yargı, ordu, üniversite gibi devletin üst yapı kurumlarına ilişkin elde ne cins aparat varsa ele geçirmiş durumdadır. Böylece 23 Cumhuriyeti de tebdil, taygir ve ilga edilmiş durumdadır. Sıra, rejimin adını doğru telâfuz etmeye gelmiştir. İşte zurnanın zırt dediği yer bura olduğundan cihetle, AKP açısından anayasa değişikliği, en acil ve önemli konuma gelmiş bulunmaktadır.

Anayasalar kuruluş dönemlerinin toplumsal sözleşmesi sayılır. 82 Anayasası’da geçmişteki örneklerine bu bağlamdan benzerlik göstermiştir. Ardındaki toplumsal sözleşme, referanduma katılımın yüzde doksaniki olur oyuna sahip olduysa da, hayli şaibelidir. Zira, faşizm belasının yıldırıcı kabusunun estiği ve “neme lâzımcılığın” zirve yaptığı günlerde, Türkiye muhafazakârlığını da yedeklemiş bu referandumdan başka bir sonuç alınması da pek mümkün olamamıştır. Yani iş, toplumsal bir sözleşmeden ziyade, toplumsal itaati daha fazla çağrıştıragelmiştir.

82 Anayasası, dünya kapitalizminin emperyalist yeni aşamasında Türkiye’deki geçişin kurucu mottosu olma özelliğini taşıyordu. Ondan sonraki bir dizi değişkiklik, geçişin kalıcılığa dönüşümünü sağlamış ve adım adım bu günlere yol döşeyen aşamaların önünü açmıştır. Amma velakin yapılanların hiç birisi, şimdi son basamağına erişmiş temelli rejim değişiklikliğini istenildiği biçimde ve oranda becerememiştir.

Sızan ya da sızdırılan haberlere bakılırsa, düşlenen anayasa, kapitalist sosyal devletle nihai bir hesaplaşma içinde olacak bir “tam piyasacılığı” vaaz etmektedir.

Oysa AKP, anayasayı tek başına değiştirme yeterliğine sahip değildir. Yani kendi başına 330 oyu aşamayacağından teklifi düşer. 330 u aşarsa da işi referandum vartasına bırakmamak için bu kez 367 destek oyuna ihtiyacı vardır. Onun altında kalırsa, bu sefer de iş halkoylamasına kalır. Herbirinin iktidar partisi bakımından riski vardır ve hesabını doğru tutturmalıdır. Hele parti içi iktidar bloğunda farklı cenahların rekabeti ve halihazırda ki cumhurbaşkanının takınacağı tutum, bir yığın denklemin çözümünü gerekli kılmaktadır. Kuşkusuz risklerin daha da galebe çalmasında RTE’nin başkanlık hülyaları “apriori” bir faktör olarak da rol oynamaktadır.

Bunca laf, neyin okumasına delalet etmektedir?

Yani kısacası AKP, sistemin partilerini ve siyaset aktörlerini kendi çıkarları ve istekleri doğrultusunda işe yedeklemek durumundadır. Bu da istese de, istemese de bir yığın taviz veya siyasi taklayı gerekli kılmaktadır.

Boşuna değildir ki, yakın bir tarih aralığından bu yana, başbakan içerdeki paşalara ve subaylara dair insani fetva beyanında bulunmaktadır. Neymiş; mealen hak, adalet arayışının dibe vurmasına ve tutuklu yargılamanın cezaya dönüşmesine artık karşıymış. Sevsinler demek gerekir. Hoş bu öyle ağızdan kendiliğinden kopup, ortalığa saçılmış bir lâf değildir. Başbakanımızın ve iktidar ehlinin bağımsız yargı önünde ne denli pirüpak ve anadan üryan olduklarını resmetmek için sarf edilmiş ya da özenle seçilmiş sözcüklerdir.

İş bununla kalmamıştır. Nedense “haham”lılığı vazifeli olduğu süreçlere hep eklemlendirilmiş Tuncay Güney’e, merkezi siyaset ifşaatları babında yeni bir rol kesilmiş ve zat, ekranlara kurularak, “Ergenekon, Balyoz” ve bilcümle bu fasıldan göstermelik mahkeme süreçlerinin bittiğini, perdenin kapandığını ve istenen neticelerin temin edilen faslı ile iktifa edilip, artık yeni dönemin başladığını bildirmiştir. Mübarek zat, adeta bir barometre veya paratoner gibidir. Hem basınçları ölçmekte ve hem de her türden enerji boşalımını toprağa çekmektedir.

Kuşkusuz, resmin bir de balyoz sanığı paşasının hastanede ziyaret edilme faslı bulunmaktadır. Sağlık sorunları yaşayan ve ameliyata alınan Ergin Saygun Paşa, tam da opere edilirken, hem tututuksuz yargılanma kararı ile kodesten tahliye edilmiş ve hem de başbakanın yatakbaşı ziyareti ile kamuoyu gündemine getirilmiştir. Yağdanlıkları işe pek güzel övgüler düzmüşler ve meseleyi “insani olarak önemli” parantezine alan siyaset erbabları da ortaya saçılmıştır.

Bu siyaset girişimleri ve gösterileri boşuna değildir. Kamuoyunda gerilimin tavan yaptığı önemli bir bölük vatan evladını dizginlemenin ve gelecekteki herkesi kucaklayan “başkan babanın” resmini artık çizme zamanıdır. O nedenle, mahkemeler, suç icadından ve bunları subuta ulaştıramadan, muhtemelen yeni manipülasyonlara aracı kılınacaklar ve böylelikle tansiyonun düşmesi için alçak bir profile tutunacaklardır. Öyle ya, Amerikan elçisine her ne kadar hâd bildirme girişimleri olduysa da, işitilenler yenilir yutulur değildir. Esasen elçinin söylediklerini, anayasa girişimini akılsızca dumura uğratmayın diye okumak da kâbildir. Sonraki girişimler ve söylemler, işaretin alındığına dair gösterge de sayılabilir.

Bu arada “İmralı” üçüncü tekil şahıs adı takılmış görüşmeler, Abdullah Öcalan ile alenen ve tam gaz devam ederken, “akan kan durdurulmalı” afişinin jeneriğe çıkarıldığı yeni zemini de unutmamak gerekmektedir.

Yani AKP, kendi anayasasına ilişkin her türlü hamleyi yapmış ve tekliflere açık olduğunun izlenimini de sağlamıştır.

BDP, süreci kendi açısından sıcaklıkla değerlendirmekte, müzakerenin gidişatına bağlı Anayasa işine destek vereceğini bildirmektedir. Hatta yetkili seslerinden birisi, “Kürt meselesini çözen bir Türkiye’nin, bölgede elini tutacak başka bir aktör kalmayacağı” değerlendirmesini rahatlıkla yapabilmektedir. Kuşkusuz, AKP bu lâflara hemen kanmayacak ve siyaseten altına yatmayacaktır. Zira Kürt dinamiğinin Türkiye’deki dönüşümlerle uyumlu hale getirilmesi ve aynı zamanda ABD’nin bölge çıkarlarının bu bağlamdan çözülmesi tamamlanmadan, ne müzakere biter ve ne de AKP’de Anayasa işini kendi hesabından bitmiş kabul eder.

Kürtlerle yapılan müzakerelerin birinci anabaşlığı “eşitlik” ve ikincisi de “özerkliktir”. Eşitliğin cins ve cibiliyetinin ayrıntılarına ilişkin tevatür muhteliftir. Özerklik ise duruma göre truva atıdır. Ancak ne yandan bir düzenleme olursa olsun, Kürt kanadıyla, hükümetin ortaklaştığı herhangi lâfzi “eşitlik” söylemi bile kamuoyu nezdinde yeni Anayasanın dayatacağı her türlü gericiliği örtebilir.

Burjuva siyasetinde eşitlik anlayışı semavidir. Dolayısıyla “formel” çözümler, tavlada ki kapıları bile aldırır mı (?); çok şüphelidir. Çözümüne sınıf temelinden bakılması gerekir. Emekçinin, milliyetinden bağımsız, dünyada ortaklaştığı yegâne özgül koşul, sömürülmesidir. Sonuçta emek, kafasına ne türden milliyet başlığı geçirilse de, her coğrafyada ayırımsız sömürülmektedir. Tamam da (!..) lâfına verilecek reçete bir cevap yoktur. Toplumsal kurtuluşun, emek cephesinde birleşmekten başka bir şansı da yoktur. Öyleyse bu noktada söylenecek sözün özü şu olmalıdır; “muâllak bir Kürt eşitliğini, böyle gerici bir sürece yedekleyecek çabaya Sol’dan prim yoktur”. Kuşkusuz işin zayıf karnı, “akan kan” hesabı üzerinden yapılmaktadır. Akan kana göz yumacak, daha da aksın diye tempo tutacak bir insan evladı olmamalıdır. Ancak işin önüne ardına da iyi bakmak ve oynanan bu kanlı ve insanlık dışı tiyatroyu anlamak şarttır. En önemli sorun olarak, bu müzakerelerde neyin tartışıldığının kamouyu tarafından açıklıkla bilinmesi gerekir. İşte en iyi saklanan ve gündeme getirilmeyen bu tarafın, kamuoyuna taşınması için sürekli talepte bulunulmalıdır. Hoş bunu AKP hiç istemez; Kürt tarafının da ne denli istekli olacağında şüphe vardır. Ancak Sol’a düşen tutum bu olmalıdır.

AKP, 2010 referandumunu “yetmez ama evet”çiler üzerinden meşru kılmıştır. Ortaya çıkan ileri demokrasi tablosunda neyin yeterli, neyin yetmez olduğu da kısa sürede anlaşılmıştır. “Yetmez ama evetçiler” çoktan boş düşmüştür; kafasını sağa sola çarpan ve günah çıkaran bir hayli olmuştur. Ancak gericilik, bu takım içinden önce prim yapmış, şimdi miadını dolduranları da gözünü kırpmadan tedavülden kaldırmıştır.

Emperyalizme karşı duran, kapitalist sömürü düzenini değiştirme mücadelesini tavizsiz bir eksenden yürüten sol, düzen içi kandırmalara pabuç bırakmaz ve onların gayrimeşrû olduğu sözünü söyler. Anayasa işinde bu tutuma ihtiyaç vardır. Kürt işinin çözümünden, mahkeme işlerinin tulûatının çözülmesine dek, ortak hattı ancak böylesi bir tutum ve irade gündemdeki gerçek yerine oturtabilir…

Öyleyse, bu konuda hem söylecek sözün söylenmesi ve hem de herkes öğrenene kadar tekrar edilmesi gerekmektedir.

(SolHaber)

Nurettin ABACIOĞLU | Tüm Yazıları
Hits: 1387