Askeri Vesayet ve Darbelere Karşı İlk Adım

~ 25.11.2012, Ali ER ~
Kamuoyuna “İleri demokratik güçlerin” “Askeri vesayete” karşı ilk davası olarak sunulan Balyoz davası kararı, “Askeri vesayete inen balyoz” manşetleri ile karşılanmıştı. Balyoz Davası kararının ardından makûs kaderleri ile baş başa bırakılmış yüzlerce komutan ve onların onur ve umutları ile yaşamaya çalışan aileleri var, ama bugün kamuoyunda hatırlayanları yok gibi. Özellikle “İleri” Demokrasimizde kamu vicdanının sessizliği demokrasi adına ayrıca irdelenmeye değer. Çünkü yıllardır var olan “Askeri vesayet” kanunları aynen yerinde dururken, demir parmaklıklar arkasındaki askerler, eskilerin deyimi ile adeta “Sivil vesayetin alametifarikası…”
Kısa bir süre içinde kamuoyu hafızasından silinmeye aday bu davanın ardından “ileri demokratik güçlerden” kısır birkaç hukuki tartışmanın dışında “Askeri vesayete” kaşı ne bir çaba, ne de ciddi bir adım ve siyasi irade görebildik. Ancak hakkını yemeyelim Meclis Darbe ve Muhtıraları Araştırma Komisyonu var gücü ile çalışıyor. Sırası ile dinlenen “Türk Büyükleri” yaptıkları açıklamalarla gündem oluştururken, son günlerin “trendy” deyimi ile darbe ve muhtıralarla “Yüzleşmek” işe yarayacak mı? bekleyip göreceğiz. Çünkü Komisyon raporunun sonuç bölümünden basına yansıyan “Asker sorununun çözülmesinde riskli eşik henüz aşılmadı. Askeri vesayetin hukuki temellerine yönelik sistematik dönüştürme iradesi henüz ortaya çıkmış değil. Tereddütler var.”1 saptaması her şeyi anlatıyor. Gerçekten de soruna temelden çözüm getirecek kalıcı tedbirler için henüz siyasi bir irade ortaya konmuş değil…
Ne olursa olsun demokrasilerde “Vesayetten” bahsedilebilir mi? Hele “İleri demokrasi” iddiasındaki bir iktidar için bu kabul edilebilir mi? Edilemez olsa da AKP on yıllık iktidarında ne yapmıştır? Askeri vesayetten şikâyet etmekten öteye geçememiş ve askeri vesayete karşı güvenlik güçlerinin demokratik kontrol ve denetimini kurumsallaştırabilecek yasal düzenlemeleri göz ardı ede gelmiştir. Haklı olarak da olsa her vesile ile askeri vesayetten şikâyet eden AKP, on yıllık iktidarında “Askeri vesayeti” ortadan kaldıracak kurumsal yaklaşımı acaba neden ciddi olarak gündemine almamıştır? İlginçtir; kamuoyunca bu siyasi tutum da hiç sorgulanmamaktadır.
Sadece YAŞ ve MGK’daki oturma düzeni değişikliği, Milli Bayramlardaki fiili uygulamalar “Askeri vesayete” karşı “sivilleşme” olarak sunulmaya çalışılmıştır. Bu süreçte sivil asker ilişkilerinde demokratik kontrolden çok, TSK’nın itibarsızlaştırılması ve etkisiz kılınması öne çıkmıştır. İdare ve yargı eli ile yapılan fiili uygulamalar ise işin pratiğine dönüşmüştür.
Buna karşılık “ileri demokrasilerden” beklenen, Meclis Darbe ve Muhtıraları Araştırma Komisyonu  raporunda da vurgulandığı gibi “Askeri vesayete” karşı kurumsallaşmayı getirecek yeni hukuki çerçeve ve paradigmadır.
Ancak siyasilerimiz için askerlik denince sadece bedelli askerlik gibi gençlere yönelik popülist projeler öne çıkmaktadır. Çünkü kamuoyunu en fazla ve doğrudan ilgilendiren husus askere giden gençlerimizin vatani görevlerini sağ salim tamamlayarak teskere alabilmeleridir.
Özellikle sosyal demokratların sahiplenmesi gereken askeri vesayete karşı politikalar, AKP’nin Cumhuriyetimizin kuruluş felsefesiyle hesaplaşma içinde olduğu algısı nedeni ile bir türlü tozlu raflardan indirilememektedir. Ana muhalefet Partisi CHP, “Darbe temizliği için Demokrasi Paketi” hazırlamış olsa da nedendir bilinmez ses getiremedi, cılız kaldı. Temel korku; demokratik iradeye tabi sivil denetimi öngören politikaların, Türk Silahlı Kuvvetlerinin dizleri üzerine çöktürülmesi için bir yol haritası şeklinde algılanması ve bu yöndeki suçlamaların hedefi olması olabilir. Ancak korkunun ecele faydası kalmamıştır; artık kartlar açık oynanmalıdır. Askeri vesayete karşı ilk adımlar kararlılıkla atılmalıdır. Sivil Asker İlişkilerinde asgari kıstaslar; Huntington’un “Nesnel Demokratik Kontrol” kavramı içinde tanımladığı esaslarda düzenlenmelidir.2
Bu bağlamda TBMM Darbe ve Muhtıraları Araştırma Komisyonu'nun aradığı “Askeri vesayetin hukuki temellerine yönelik sistematik dönüştürme iradesi” öncelikle askeri vesayetin dayandırıldığı İç Hizmet kanununun ilgili maddelerinde yapılacak değişikliklerle ortaya konmalıdır. Silahlı kuvvetler gücünü ve itibarını korurken, siyasi iradenin TSK ve diğer güvenlik güçleri üzerindeki demokratik kontrol ve denetimi kurumsal bir yapıya kavuşturulmalıdır. “Asker sorununun çözülmesinde riskli eşik” ancak bu şekilde aşılabilir.
Bunun için en kısa yoldan atılacak birkaç kritik adım hemen sıralanabilir. Askeri darbeler denince ilk akla gelen İç Hizmet kanununun 35’nci Maddesi; “Silahlı Kuvvetlerin vazifesi; Türk yurdunu ve Anayasa ile tayin edilmiş olan Türkiye Cumhuriyetini kollamak ve korumaktır.”
Bu vazife ilk kez 10 Haziran1935 Tarihinde 2771 Sayılı “Ordu Dâhili Hizmet Kanunu”nun 34ncü maddesinde benzer bir şekilde yer almıştır. Bugün hala en çok tartışılan “Cumhuriyeti korumak ve kollamak” görevidir. İlginçtir ki; bu görev zamanın İnönü Hükümeti tarafından teklif edilmemiş, “Ordunun vazifesi; Türkiye vatan ve Cumhuriyetini müdafaa etmektir.” şeklinde teklif edilmiştir. Ancak TBMM’de yapılan değişiklikle “Ordunun vazifesi; Türk yurdunun ve teşkilâtı esasiye kanun ile tayin edilmiş olan Türk Cumhuriyetini kollamak ve korumaktır.” ifadesi ile bugünkü 35nci Maddeye benzer bir şekilde kanunlaşmıştır.3 Bu nedenle “Cumhuriyeti kollamak ve korumak” vazifesinin “Askeri vesayete” değil “Milli İradeye” dayandığı da savunulabilir.
Ancak ne olursa olsun İç Hizmet kanununun 35’nci Maddesi sadece simgesel bir öneme sahiptir. Çünkü darbelerin hukuki ve yasal dayanağı demokrasilerde olamaz. Askeri darbeler yasalara dayanarak değil, askeri güç ile yapılır. Bu nedenle 36’ncı ve 85’nci Maddeler4 çok daha hayati önemi haizdir. Bu maddeler TSK’ya fiili olarak geniş hareket sahası sağlarken aynı zamanda hükümetin Ordu üzerindeki gözetim ve etkin kontrol olanaklarını kısıtlamaktadır. Darbe için gerekli kuvvetler, “Hazır Kıta” gerekçesi veya örtüsü altında 85nci madde çerçevesinde siyasi iradenin bilgisi dışında ve kolayca hazırlık yapabilmektedir. İşte öncelikle bu yetki sınırlandırılmalıdır.
Diğer taraftan, Anayasanın 117nci Maddesine göre; Silahlı Kuvvetlerin yurt savunmasına hazırlanmasından Hükümet TBMM’ye karşı sorumlu olmakla beraber; gerekli kuvvet yapısının oluşturulması ise İç Hizmet Kanunun 36ncı maddesi ile TSK’lerine fiilen ihale edilmiş gibidir. Özellikle Genelkurmay Başkanının 1324 sayılı kanunda5 düzenlenen görev ve yetkileri ile birlikte bu madde yeniden gözden geçirilmelidir. TSK’daki kapsamlı kuruluş ve yeniden teşkilatlanmalar için Genelkurmay Başkanlığının teklifi ve Hükümet onayı şartı getirilmelidir.
Ayrıca; Yükümlülerin barış zamanında terörle mücadele gibi görevlerde kullanılmasını önlemek için de İç Hizmet Kanunu’nun 2’nci maddesindeki askerlik yeniden tanımlanarak; zorunlu askerlik seferberlik hali hariç sadece eğitimle sınırlandırılmalıdır.
Bu yasal düzenlemelerle birlikte güvenlik güçlerinin demokratik kontrolüne sağlam bir dayanak olacak şekilde gereken anayasasal çerçeve ise, yeni anayasa çalışmalarında hayata geçirilmelidir. Bütün bu çalışmalarla eş güdüm içinde TSK’nın profesyonelliğini ön planda tutan bir anlayışla TSK’nın topyekûn yeniden yapılandırılması elzemdir.
Özetle, Askeri vesayetten ve darbelerden kurtulmanın yolu;TSK’nın etkisizleştirilmesi ve itibarsızlaştırılması değil, TSK’nın hukukun üstünlüğünü şiar edinmiş ve demokratik yollarla seçilmiş sivil iradenin “nesnel demokratik kontrol ve denetimine” tabi kılınmasıdır.
 
Ali ER

 
1 http://gundem.milliyet.com.tr/darbe-riskinde-esik-asilamadi/gundem/gundemdetay/25.11.2012/1632438/default.htm
2 Asker ve Devlet (The Soldier and the State),Samuel P. Huntington
4 http://www.mevzuat.gov.tr/MevzuatMetin/1.4.211.pdf
Hits: 2767