Mehmet Ağar dolayısıyla "Derin Devlet" !..

~ 13.11.2012, Atilla AKAR ~

Geçenlerde bir dönem “Derin devlet”in en etkin siyasi aktörlerinden olduğu ileri sürülen ve “Susurluk” olayının önemli isimlerinden Mehmet Ağar TBMM Darbe ve Muhtıraları Araştırma Komisyonu’na ifade verdi. Sonuçta her zamanki gibi “Dişe dokunur” bir beyan çıkmadı.

Lakin Mehmet Ağar’ın bir sözü ister istemez bende bazı çağrışımlar yaptı. Ancak konuya girmeden hemen belirteyim ki amacım burada Ağar’ı bir kere daha yargılamak ya da bir dönemin bütün fiillerinin faturasını gene Ağar’a yıkmak değil. Hatta mesele Ağar’ın kendisi bile değil. Bu anlamda Mehmet Ağar sadece bir kavramın yeniden algılanmasına “Vesile” oldu benim için. O kadar!

Dikkatimi çeken ise Ağar’ın “Derin devlet”i tanımlama biçimiydi. Ağar “Derin devlet nedir?” sorusuna "Derin devlet Musul ve Kerkük'ten başka toprak kaybetmemektir" şeklinde cevap vermişti. Bu kısa tanım üzerine çok düşündüm.

Sonunda burada “Türk derinleri” ne ait, adeta bilinçaltına işlemiş çok “Travmatik” bir algılama biçimi buldum. Orta Asya’dan göç ve ilk beyliklerden bu yana sürekli genişleyen ve ardından bir İmparatorluğa dönüşen devlet geleneği ilk kez 1699 “Karlofça Anlaşması” ile resmen toprak kaybına uğradı. (Gerilemenin başlangıcı) Ondan sonra tedricen eldeki topraklar bir bir elden çıktı ve en nihayetinde Anadolu coğrafyasına sıkışıp kaldık. Bunun toplum ve devlet algımızda sarsıcı etkileri oldu. (Hatta bugün Yeni-Osmanlıcı yaklaşımlar özünde bu duygudan referans almaktadırlar.) Halen sürüyor!

Kurtuluş savaşının önderleri ise bir anlamda “Ricat” taktiği izleyerek ilk geldiğimiz topraklara, yani Anadolu hattına çekilerek Türk milletinin “Beka sorunu” na rasyonel bir çözüm geliştirdiler. Yoksa emperyalizm bize bir avuç toprağı bile çok görecekti. Şimdi ise ikinci ve daha sinsi bir saldırı dalgası ile karşı karşıyayız. Malum haritalar o yüzden çiziliyor!

Hiç şüphesiz bu psikoloji satıhtaki ve derindeki devleti de etkiledi ve “Bir daha asla“ noktasına kilitledi. Bunun “Anlaşılır” nedenleri var. Lakin bu “Korku” öylesine yer etti ki, bir devleti asıl ayakta tutanın “Rasyonel” tercihleri ve bütüncül yaklaşımları olduğu unutuldu. Gerçekten “Derin algı”nın yerini “Çetesel oluşumlar” ve iktidarına göre “Güç biriktirme” mevzileri oluştu.

Gerçekten “Derin refleks”in yerini sadece bu tarz yapılar aldı. Hiçbir “Derinliği” olmayan ama sadece makam sahibi birtakım adamlar “Derincilik” oynadılar. Sonunda akıl ile birleşmeyen, kriminalize olmaya kaymış, “Körleme karşı-şiddet”e vardılar!

Bu anlamda hemen belirteyim; ben şimdilerde moda olduğu üzere “Derin devlet” kavramına karşı çıkanlardan değilim. Sadece benim “Derin devlet” algım çok farklıdır. Şu ana kadar bize sunulan “Çakma derin devlet” modellerinin ise o algının yanına bile yaklaşamadığını iddia ederim. Hatta “Derinlik algısı” nı bozmaya, ona operasyon yapılmasına hizmet ettiğini bile söyleyebilirim.

Yerim dar detaylandıramıyorum. Peki “Senin tanımın ne?” derseniz “Devlet bedense derin devlet onun ‘Ruhu’dur.” derim. Birbirinin karşıtı, üstünü, rakibi veya düşmanı değil paralel ve senkronize iradesidir. Bu olmadığı için şu anki ‘Şizofrenik’tir. Zaten ‘Toprak kaybetmeme’ nin birinci ön şartı da budur!..


NOT: Şu çetrefil derin devlet mevzuunda düşüncelerimi bu kısa yazıda tam aktaramama sıkıntısındayım. Kısmetse başka vesilelerle devam edeceğim. Bunu bir “Giriş” sayın…

(Yurt Gazetesi)

Atilla AKAR | Tüm Yazıları
Hits: 2019