Ulusal ve bölgesel bir tehdit

~ 09.09.2012, Merdan YANARDAĞ ~

Türkiye, ABD ve Batılı ortaklarının çıkarları ve baskısı sonucu AKP Hükümeti tarafından tek başına Suriye ile savaşın eşiğine getirilmiş durumda. NATO, Suriye’ye doğrudan bir müdahalenin içinde yer almayacağını resmen ilan ettiğine göre, belli ki, Esad rejiminin yıkılması görevi Türkiye’ye ihale edilmiş görünüyor.

Bu ülkenin çocuklarının kanları üzerinden kirli ve gizli bir pazarlığın yapıldığı görülüyor. Başbakan Erdoğan, Şam’da Emevi Camisi’nde kısa zamanda namaz kılacağını söylüyor. Bence kendisine çok yakışır. Çünkü Hz. Muhammed’in torunlarını Kerbela’da katlederek soyunu kurutan Muaviye ve Yezit’in kurduğu imparatorluğun camisidir.

Emevi İmparatorluğu, aklı ve bilimi kâfirlik sayarak Müslümanları ebedi bir ortaçağa mahkûm eden zihniyeti kurumlaştıran devlettir. Erdoğan’ın bu zihniyetin geleneğine mensup olduğuna kuşku yoktur.
Ancak Erdoğan yanılmaktadır. Kendisi Emevi Camisi’nde ima ettiği anlamda gönül rahatlığıyla bir zafer namazı kılamayacak. Eğer kılarsa -ki bu olasılık yok düzeyindedir- zalimlerin günah çıkarmasından farklı olmayacaktır.

Suriye’de emperyalizme ve gericiliğe direnen insanlık, bu güçleri yenilgiye uğratacaktır. Üstelik bu sadece ABD ve Batılı ortakları ile dünya gericiliğinin yenilgisi de olmayacak, bu güçlerin taşeronu olan AKP iktidarına da son verecektir. Diğer bir anlatımla Suriye’de Esad kazanırsa, Türkiye’de AKP ve gericilik yenilecektir.

***

Rusya’nın Suriye’ye yapılacak askeri bir müdahaleye karşı aldığı sert tutum ve bir nükleer savaş uyarısı, İran’ın Suriye’ye yönelik açık bir saldırı halinde savaşa gireceğini ilan etmesi, bir bölgesel savaş olasılığının da giderek yükseldiğini gösteriyor.

Suriye’ye açık bir askeri müdahalenin Türkiye, İran, Lübnan, Suudi Arabistan, Katar ve Bahreyn’in ilk dalgada içinde yer alacağı bölgesel bir savaşa yol açması kaçınılmaz görünüyor.
ABD, İsrail ve NATO’nun bu savaşta taraf olması, diğer bir anlatımla bu güçlerin Suriye’ye askeri müdahalede bulunması halinde, ikinci dalgada Rusya ve Çin’in de devreye girmesi kesindir. Bu üçüncü dünya savaşı demektir. Bu olasılık ilk bakışta fazla fantastik bir komplo teorisi gibi görünebilir, ancak bir bölge ya da dünya savaşı hiç olmadığı kadar yakın bir tehlikedir.

Suriye krizinin bölge ölçeğinde bir mezhep çatışmasına, bütün İslam coğrafyasına yayılacak kanlı bir boğazlaşmaya yol açması da kaçınılmazdır. AKP Hükümeti ve onun en yetkili ağızı olarak Tayyip Erdoğan, sadece izlediği politikalarıyla değil, her konuşmasında kendi ülkesindeki kırılgan inanç mimarisini hesaba katmadan mezhep çatışmasını kışkırtıyor. Adeta bir Emevi ağızıyla konuşuyor. Diğer inanış ve mezheplere sürekli saygısızlık yapan Erdoğan, tehlikeli bir şekilde toplumu bölüyor.

***

ABD ve Batılı ortakları, ağır bir bedele neden olacak bir bölgesel ya da dünya savaşından kaçınmak, ancak Suriye ve ardından da İran’da rejim değişikliklerini gerçekleştirmek için cepheye Türkiye’yi sürüyorlar. Çünkü Suriye’ye doğrudan bir müdahale, ilk etapta İran ve Rusya’nın savaşa girmesine neden olacaktır.

İran sıranın kendisine geleceğini biliyor. Dahası bunu bütün dünya biliyor. İsrail’in İran’ı vurmak için yaptığı hazırlığın planları basına bile sızdı.

Diğer taraftan Suriye’nin kaybedilmesi Rusya için bütün Ortadoğu’nun kaybedilmesi demek. Rusya Dışişleri Bakanı Lavrov, kaleme aldığı bir makalesinde, “Libya’da düştüğümüz hataya Suriye’de düşmeyeceğiz. Suriye’ye askeri müdahaleye izin vermeyeceğiz” diyor.

Bu nedenle, ABD ve ortakları bölgede oldubitti yaratıp bir Türkiye-Suriye savaşı çıkararak Baas rejimini yıkmayı planlıyorlar. Böylece Rusya’nın, Çin’in ve İran’ın müdahalesini, “Bu savaş iki ülke arasındaki bir sorun, karışmayın” diyerek önlemeyi hesaplıyorlar.

Ancak Türkiye’nin böyle bir operasyonda yer alması, toplumu birleştiren bütün zeminleri parçalayarak ülkeyi bir iç savaşa sürükleme potansiyeline sahip. Toplumun bütün etnik ve dinsel unsurlarına doğru ayrışarak ülkenin parçalanmasının önünü açacaktır. AKP iktidarı, kendi dar ideolojik (dinci) hedeflerine ulaşmak uğruna, toplumun ve ülkenin geleceğiyle oynuyor.

***

Başbakan Erdoğan, Hatay’daki mülteci kamplarında inceleme yapmak isteyen ancak kendilerine izin verilmeyen CHP milletvekillerini, geçen hafta yayınına katıldığı yandaş bir televizyonun ekranlarından azarladı. O bilinen, despotlara yakışan üslubuyla yine bağırıp çağırdı. Erdoğan, “Zabıta mısın kardeşim, öyle her istediğin yere giremezsin. Ancak biz izin verirsek gidebilirsin” dedi.

İnanılır gibi değil ama Başbakan, muhalefet adına denetim yapan milletvekillerine böyle hitap ediyor. Bu, zalimlere özgü bir üsluptur. Diktatör dilidir. Yasaların,  hukukun, Meclis’in üzerinde bir iradeye sahip olduğunu ilan etmektir.  Hukuku yok saymaktır. Tek karar verici olmak, kendisini devletin ve hukukun yerine koymaktır.

Bu nedenle AKP-Cemaat iktidarı, Ergenekon davalarında hükümete muhalefet etmeyi, dahası siyaset yapmayı suç sayıyor. AKP Hükümeti ile devleti bir ve aynı şey saydıkları için, iktidara muhalefet etmeyi darbe girişimi olarak değerlendiriyorlar.


Başbakan’ın “Suriyeli mülteciler” tartışmasından rahatsız olduğu anlaşılıyor. Çünkü o kamplarda masum mülteciler değil, Suriye’de kirli ve ahlaksız bir savaş yürüten kiralık katiller, İslamcı teröristler üsleniyor.
Başbakan Erdoğan ve AKP iktidarı ABD’nin, Fransa’nın, İngiltere’nin ve İsrail’in isteği ve desteğiyle komşu bir ülkedeki meşru rejimi yıkmak üzere Türkiye topraklarında yabancı bir askeri gücü konuşlandırıyor. Üstelik bunu Meclis kararı almadan yapıyor.  Böylece hem uluslararası hukuk kurullarını ihlal ediyor hem de kendi ülkesindeki Anayasa’yı çiğniyor. Yüce Divanlık bir suç işliyor.

(Yurt Gazetesi)

Merdan YANARDAĞ | Tüm Yazıları
Hits: 1661