Türk edebiyatında burjuvazi (2)

~ 26.08.2012, Zülfü LİVANELİ ~

EDEBİYAT NOTLARI- 51

Dünyanın en köklü edebi gelenekleri arasında yer alan klasik Rus romanında, çoğunlukla aristokratların hikâyeleri anlatılır. Kendisi de bir kont olan Tolstoy’un romanları prenslerle, aristokrat subaylarla, soylu ailelerden gelen ve görkemli balolarla sosyeteye takdim edilen genç kızlarla doludur. O dönemin Rus soyluları Fransızca konuşmaya meraklı oldukları için bu romanlardaki uzun diyalogların yabancı dilde olması kimseyi şaşırtmaz. Fransızca bilmeyen halk bu konuşmaları anlayamaz elbette ama maksat zaten, bunları halkın değil, Fransızca konuşan soyluların okumasıdır.

Buna rağmen, büyük bir ihtilale doğru akan Rus toplumunun başka sınıfları da roman ve öykülerde kendine yer bulur. Gogol, Dostoyevski, Chekhov küçük memurların, kurnaz tüccarların, sıradan insanların hikâyelerini aktarırlar bize.

Ama soyluları anlatan romanlarda dekor olarak kullanılan “mujik”lerin doğrudan doğruya edebiyatın kalbine girişi, onların arasında büyümüş bir “taşralı” olan Maksim Gorki’nin romanlarıyla başlar. Artık büyük Rus romanının kahramanları olan prenslerin, prenseslerin, düelloya meraklı subayların dünyasına yoksul köylüler de karışmıştır.

Bizde aristokrasi bulunmadığı için edebiyatımızda prenslere, prenseslere pek rastlanmaz. Buna karşılık erken dönem romancılığımız İstanbul’daki orta tabaka insanların hayatına yoğunlaşmış gibidir. Roman kahramanlarının en kabadayısı ya sarayda bir memuriyete intisap eder ya da siyasal parti saflarında yükselir. Bu tiplemeler zamanla çeşitlenmeye başlar ve “harp zenginleri” gibi, gerçek burjuvaziyle ilgisi olmayan ama bir çeşit türedi burjuvazi sayılabilecek olan “sonradan görme tabaka” edebiyatımızda boy gösterir.

O dönem romancılarımızın çoğu, koyu bir Fransız edebiyatı hayranı oldukları için o romanlardakine benzeyen karakterler yaratmak isterler ama toplumsal taban bulunmadığı için bu tipler pek eğreti durur.

Bu isteğin önündeki bir başka büyük engel de Osmanlı toplumunda, Fransa ve Rusya’da görüldüğü gibi serbest kadın-erkek ilişkilerinin olmayışı, kadınların hareme, erkeklerin selamlığa kapandığı bir kaç göç dünyasının acıklı inlemelerinden başka bir sesin zor duyulduğu romanlar yazmak zorunda kalınmasıdır.

Böylece bulunmayan bir aristokrasiyi ve var olmayan bir burjuvaziyi anlatma sıkıntısı içinde bocalayan romancılığımız, daha emekleme dönemindeyken çıkmaz sokaklara dalar. Rus ya da Fransız romanı gibi dünyayı etkileyecek romanlar ve karakterler ortaya çıkaramaz.

Bunun için bir süre daha beklemek ve Anadolu köylüsünü, yani toplumun gerçek yüzünü ortaya koyacak başarılı romanlar döneminin gelmesini beklemek gerekecektir.

Bu romanlarda Anadolu ağaları, aşiret reisleri, yoksul köylüler ve onları yarattığı masalsı dünya anlatılır. Başka ülkelerde Türk romanının ilgi görmesi de ancak bu sayede mümkün olabilir.

Çünkü toplumun gerçeği burada yatmaktadır. “Rus’u kazı, altından Tatar çıkar” sözünü hatırlayarak “Türk zenginini kazı, altından köylü çıkar” denebilir ve bu yanlış bir tez olmaz.

Çünkü zenginlik Müslüman olmayanlardan alınmış, gözü açık Türk köylülerine verilmiştir. Bugün bir türlü burjuva olamayan Türk zengininin temel çelişkisi de buradadır. Bu zengin tabaka, taklit edecek, özenecek bir aristokrasi bulamadığı için kitle kültürüne egemen olan yoz bir eğlence anlayışını benimsemekten, paylaşmaktan başka bir yol bulamamıştır.

Kısacası olmayan burjuvazinin romanı yazılamamıştır.

(GazeteVatan)

Zülfü LİVANELİ | Tüm Yazıları
Hits: 1802