Türkiye bilime yüzünü dönecek mi?

~ 07.07.2012, İsmet BERKAN ~

BAŞBAKAN Recep Tayyip Erdoğan, önümüzdeki hafta Türkiye açısından son derece önemli bir toplantıya ev sahipliği yapacak.
 

Bu toplantıda alınacak sonuçlar, çocuklarımızın, torunlarımızın yaşayacağı Türkiye’nin nasıl bir ülke olacağını, o Türkiye’nin dünya liginde kaçıncı sırada olacağını belirleyecek.
Başbakan Erdoğan, önümüzdeki hafta perşembe ve cuma günleri İstanbul’da, iki tam gün mesaisini Türkiye’nin gelecekte temel bilimler alanındaki bilim politikalarıyla ilgili strateji belirlemenin ilk adımı olan bir toplantıda geçirecek, daha doğrusu toplantıya ev sahipliği yapacak.
Bu toplantı için yurt içinden ve yurt dışından 200’e yakın Türkiye kökenli bilim insanı davet edildi. Bu bilim insanlarının önemli bir bölümü, iki gün sürecek toplantıda Başbakan Erdoğan’a ve Bilim Bakanı Nihat Ergün’e sunumlar yapacak. Bu sunumların ardından belki soru-cevaplı tartışma bölümleri olacak.
Ve böylece Türkiye, belki Cumhuriyet tarihinde ilk kez böylesine geniş bir katılımla temel bilimler konusunda bir strateji aramaya başlayacak, belki kısa zamanda bu strateji oluşup politikalar da belirlenecek.
Daha önce defalarca yazdım. Osmanlı’dan beri Batı’ya göre geride kalmışlığımıza çare olarak bilim üreteceğimize Batı’nın bilimiyle üretilmiş teknolojileri ülkemize transfer etmeye çalıştık. Tam da bu yüzden, ne kendi bilimimiz olabildi ne de bize ait teknolojilerimiz.
Temel bilimlere yatırım Cumhuriyet döneminin üniversite reformuyla başladı ama maalesef bu tamama eremedi, istenen sonuçları üretemedi. Bunun sebepleri ayrı ve kapsamlı bir tartışma konusu olmakla beraber, ben o istenen başarıya bir türlü erişilememesinin ardında en temelde Türkiye’nin maddi anlamda fakirliğini görenlerdenim.
Bugün o fakirlik bir ölçüde de olsa aşılmışken, şimdi doğru bir konumlama ve strateji ile temel bilimler alanında Cumhuriyet’in hedeflediği başarı sağlanabilir aslında. Yeter ki dar bakışlı olmayalım.
Dar bakışlı demişken de aklıma gelen ilk ve en iyi örnek, güncel de olması sebebiyle Avrupa Nükleer Araştırmalar Merkezi CERN’e Türkiye’nin üyeliği...
Aslında, uzunca bir zamandan beri nedense TÜBİTAK yerine Türkiye Atom Enerjisi Kurumu TAEK tarafından Türkiye adına CERN ile müzakere yürütülüyor. Son olarak CERN, Türkiye’nin örgüte tam üye kabul edilebilecek bilimsel ve teknik yeterliğe sahip olduğunu da tescil etti.
Ama CERN’e üyelik yolunda engel en umulmadık yerden çıktı: Türkiye Cumhuriyeti Dışişleri Bakanlığı’ndan.
Bakanlık, aslında BM’ye bağlı bir uluslararası örgüt statüsünde olan CERN’e üyelikle ilgili görüşü sorulduğunda, Türkiye’nin BM bünyesinde üyesi olduğu diğer örgütlere (UNESCO, ILO, WHO, FAO vb.) yılda toplam 90-95 milyon dolar katkı parası öderken tek başına CERN’e girişte 80 milyon dolara yakın bir paranın ödenmesinin ‘fazla ve pahalı’ olduğunu söyledi.
CERN’e girişte bir seferliğine 35, sonra da her yıl için yine 35 milyon İsviçre frangı ödeniyor. Yani ilk girişte Türkiye’nin ödemesi gereken para 70 milyon İsviçre frangı.
Ve biz bu parayı ödemek istemediğimiz için CERN’e üyeliği elimizin tersiyle itiyoruz.
Dar kafalılığa güzel bir örnek bana göre.

CERN’e üyelik neden önemli?

BİRİNCİSİ CERN, sadece Higgs bozonunun arandığı bir yer değil. Burası temel bilimlerin temeli sayılması gereken fizik biliminin dünyadaki başkenti, en iyi yapıldığı yer, en iyilerin bulunduğu yer.
İkincisi, evet şu anda CERN’de çalışma imkanı bulmuş çok sayıda Türk veya Türkiye kökenli insanımız var ama tam üyelik halinde CERN üniversitelerimizin fizik ve matematik bölümlerinin bir dopal uzantısı haline gelecek; yani Türkiye’deki üniversitelerden çok sayıda insan burada çalışma, burada araştırma yürütme imkanına kavuşacak.
Üçüncüsü CERN sadece bilimden ibaret bir yer değil. Burada ciddi teknoloji de üretiliyor. En basit ve bilinen örnek, internet. Bugün internetin temel dili olan WWW veya ‘web’ CERN’de icat edildi.
Dördüncüsü CERN, kapılarını sadece üniversiteye açan bir kuruluş değil. Tam üyelik halinde Türk sanayii de CERN’den içeri girecek. En azından CERN’in ihalelerine katılabilecek. CERN’in ülke sanayilerine yaptığı katma değer katkısıyla ilgili bazı araştırmalar var, bunlar hep çok yüksek katkıları anlatıyor.
Beşincisi ve sonuncusu daha psikolojik, daha kendine güvenle ilgili bir şey. Eğer biz o birinci ligin bir oyuncusu olmak istiyorsak, önce o birinci lig oyuncuları gibi davranmaya, kendimizi davranış düzeyinde olsun onlarla eşit görmeye başlamamız gerek. CERN’e üyelik bunun için bir adım.

10 bin dolarda takılıp kalmamak 25 bin dolara sıçramak için...

TÜRK ekonomisinin birinci lig ekonomileri büyüklüğünde olabilmesinin önünde, hukuk düzenimizden tutun da sermaye birikimi yetersizliğimize ve tasarruf oranlarımızın düşüklüğüne kadar bir dizi engel var.
Var ama bu engellere rağmen son on yılda kişi başına 4000 dolar gelirden 10 bin doların üzerine sıçramayı başardık. Başardık fakat burada takılır kalır mıyız diye bir endişemiz var.
Bu endişemizde de haksız sayılmayız. Üretimde, ihracatta belli limitlere ulaşmaya başladık. Ve karımızı artık çok zorlanarak artırabiliyoruz.
Esasen Türk ekonomisinin geçmişten geleceğe en önemli sorunu ve engeli, yaratmak zorunda kaldığı cari açığı. Yani, döviz kazançlarıyla döviz ödemeleri arasındaki fark. Biz kazandığımızdan fazla dövizi harcıyoruz.
Zaten baktığınızda dış ticaretin ülke büyümesine katkısı da bu sebeple negatif. Çünkü dış ticaret açığı veriyoruz.
Bunu engellemek için yapmamız gereken şey, başkasının malını onun lisansıyla üretmek yerine kendi ürünümüzü kendi lisansımızla üretip satmak, daha yüksek kar marjlarıyla çalışmak.
Bunun yolu da kendi teknolojimizi, kendi tasarımımızı yapmamızdan geçiyor.
Gerek tasarım ve gerekse teknoloji için, bu alanlarda özgün olabilmek için de temel bilimlere ağırlık vermemiz gerekiyor.
Önce biliminiz olacak. Sonra mühendisler o bilimden hareketle tasarımlar yapacak, teknolojiler üretecek ve ülke kazanacak.
Türkiye 10 bin dolarlık kişi başı gelirde takılıp kalmak yerine 25 bin dolarlara sıçramak istiyorsa, bilim yapacak, bilim üretecek. Ancak ondan sonra bizim teknolojimizle, bizim tasarımımızla mallar üretip satacağız.
Dış ticaret açığı verdiğimiz kadar dış ticaret fazlası elde edebiliyor olsaydık, bugün zaten 20 bin dolarlar seviyesindeydik.

(Hürriyet)

İsmet BERKAN | Tüm Yazıları
Hits: 1381