Öteki cins ve Uygarlık

~ 03.07.2012, Rana ULAŞ ~

 “Erkeklerin kadınlar üstüne yazdıklarına kuşkuyla bakılmalıdır, çünkü onlar hem yargıç hem davacıdırlar.”

François Poulain de la Barre


Uygarlık ve kadın ilişkisinden söz etmiştim önceki yazımda. Kadınlık durumu ve kadının toplumsal konumunun uygarlık düzeyini pek de  doğru veremediğini örneklerle görmüştük.

Kadın sorunu tarih boyunca, özellikle toplumsal sınıfların ortaya çıkışıyla birlikte varolan bir olgudur. Kadın-erkek eşitliği bütün insanlık tarafından benimsenmedikçe ne yasalar ne de kurallar yeterli olacaktır. Yüzyıllarca kadının toplum içindeki yerini gösteren, tanımlayan, tartışan kitaplar yazıldı. Oysa aynı durum erkekler için söz konusuolmadı. Hatta böyle bir işi yapmak kimsenin aklına bile gelmedi. Erkeklik durumu ve erkeğin toplumsal konumundan kaynaklanan sorunlar... Tartışılmadı bile.

Ortada hala bir kadın sorunu varsa –ki bunun nesnel ve sınıfsal nedenleri olsa da son çözümlemede erkeklerden kaynaklanan bir durumdur- belki de erkeklerin insanlık tarihi içindeki özel yeri yazılmalı. Kimbilir belki de erkeklerin kadınlara neler yaptıklarını daha iyi anlayabiliriz.

Tarihte kadın öncelikle fiziksel yanıyla ayrı-aşağı tutulmuştur. Şaşırtıcı olan şudur; insanlık tarihinin en önemli ve ünlü felsefe ve düşün adamları bile kadına böyle bakmaktadır.

Örneğin Aristotales’e göre “ Kadın, birtakım niteliklerin yokluğundan ötürü kadındır.”

Saint Thomas ise kadının "yarım kalmış bir erkek” ve “raslantısal” bir  varlık olduğunu söylemiştir. Kadını kendi varlık yapısına göre tanımlayan erkek “mutlak varlık”tır. Kadınsa “öteki” dir. Öznenin erkek oluşu dolayısıyla kadın erkeğin nesnesi durumuna getiriliyor.
 
Anlayacağınız insanlığın erkeklerden oluştuğuna dair varsayımlarla neredeyse bugüne kadar gelmişiz.

Kadının da kendine göre özne olabileceği akla gelmiyor. Dünyanın erkeğe göre tasarlandığı varsayılıyor. Hem dinler hem de antik ve erkeklerin yaptığı felsefe bunu desteklemiş görünüyor. Elbette tüm bunlar erkek egemen ideolojiyi kuruyor ve besliyor.

Simone De Beauvoir “Kadın, İkinci Cins” adlı ünlü yapıtının ilk cildinde, kadının nesne durumuna getirilişini Hegel’e dayandırıyor. Hegel’de "kendinde bilinçle öteki bilinçlere karşı, temel bir karşıtlık" olduğunu belirterek olayı aydınlatıyor. Konuyu biraz daha açacak olursak, şöyle ifade edebiliriz; bir özne,  öteki  öznelere karşıt olarak kendini ortaya koyabilir. Yani erkeğin kadına karşı olması, kendini ortaya koyabilmesi için gereklidir. Peki, bu arada kadın ne yapar? Kadın da aynı biçimde,  öteki bilinç olarak tıpkı erkek gibi  kendini ortaya koymaya çalışır.

Çatışkıların ana kaynağına geldik mi ne?

Tarih boyunca kadının, kendini biricik özne diye yutturmaya çalışan erkek egemenliğine karşı çıkmaması akıl alır gibi değildir. Günümüzde durum her ne kadar değişse de bu durumun hâlâ izlerini görüyoruz. Yine Hegel’e göre ötekilik konumu aşılamaz. Kadının boyun eğişini bu görüş ne kadar açıklar bilemiyorum.

Ancak, Hegel'in verili kadın-erkek ilişkisi ve konumlanışını mutlak ve değişmez bir olgu olarak ele alması kabul edilebilir olmadığı gibi, doğru da değildir.

Günümüzde,  yasalarca kabul edilen kadın hakları bile çoğu kez soyut olmaktan öteye geçemiyor. Yüzyılların getirdiği alışkanlık ve kalıtımsallık yasaların somut biçimde uygulanmasını engelliyor anlaşılan.

Bu konu burada bitmez. Yüzyılların kadınlık tarihi bir çırpıda da anlaşılmaz. Bu yüzden kimi günler bu konuyu sürdereceğiz. Kimbilir belki kendimize bir çıkış yolu buluruz. Benim bulacağımızdan kuşkum yok.

(Yurt Gazetesi)

Rana ULAŞ | Tüm Yazıları
Hits: 1740