Edebiyat ve politika

~ 12.02.2012, Zülfü LİVANELİ ~

EDEBİYAT NOTLARI- 26

Aslında, anlatmak istediklerim somut bir örnekle ortaya çıkmış olduğu için işim epeyce kolaylaşmış durumda. Bu bakımdan memnunum diyebilirim ama genel olarak baktığımda edebiyatın, siyaset ve medya tarafından yaralanmakta olduğu görüşümü koruyorum. Bu da hoş birşey değil elbette.

Haftalardır süren Paul Auster tartışmasını izliyorsunuz. Bu vasat ve Amerika’da bile fazla önemsenmeyen yazar üzerine manşetler atılıyor, programlar yapılıyor? Niye? Kış Günlüğü kitabı çok ilgi uyandırdı, çok okundu, sevildi diye mi? Hayır! Sadece siyasi bir tartışmaya adı karıştığı için.

Bir söyleşide ettiği laflar Başbakan’ın tepkisini çektikten sonra, iş muhalefetle iktidar arasında bir tartışma konusuna, dolayısıyla da bir iç politika malzemesine döndü.

Sonuçta da Auster’in son kitabı, çok satanlar listesinde

1 numaraya yükseldi. Bu tartışmaya malzeme olmasa bugünkü sayının onda birini zor görecekti.

Peki edebiyat bunun neresinde? Nasıl bir edebi özellik bu başarıyı sağlıyor?

Yanlış anlaşılmasın: Yine de nitelikli bir yazar olan Auster’in kitaplarının okunmasını, bir sürü abur cuburla kaplanmış olan yayın dünyamızda olumlu bir gelişme olarak görmek de mümkün ama bunun edebi nitelikle ilgisi yok.

Aynı durumu başka ülkeler için düşünün. Her ülkede her yıl, yüz binlerce yeni kitap yayınlanıyor. Okuyucuyu şaşırtacak, hatta bıktıracak bir ürün bolluğu var. Bu kargaşa içinde okur, hangi yazarı, hangi romanı seçecek, neyi okuyacak?

İşte burada medya imdada yetişiyor. Medyanın öne çıkardığı, haberlerini yaptığı yazar bir anda ünlüler arasına karışıyor, kitabı satmaya başlıyor.

Peki medya küçük kitap eleştirileri dışında bir yabancı ülke yazarından niye söz eder, niye birinci sayfaya çıkarır, niye resimlerini basar?

Bu sorunun cevabı Paul Auster olayında yatıyor. Türkiye’de ne oluyorsa yabancı ülkelerde de aynı şey olmakta.

Bir yazar ancak politik bir skandal sayesinde büyük medyanın gündeminde yer alabilir ve ünlü olur.

Bir örnek vereyim: Eğer Salman Rüşdi (Rüştü) İslam’a ve Peygamberine hakaret eden bir kitap yazmasa ve Humeyni tarafından idama mahkum edilmese kaç kişi adını duyardı bu yazarın, kaç kişi kitabını okurdu?

Bir dönemde Sovyet vasat yazarlarından Alexander Solzjenitsin de böyle ünlü kılındı. Bütün dünya televizyonları onun ülkesinden çıkışına odaklandı. Bunun nedeni, edebi kalite değil, adamın Sovyet hükümetini eleştirmesiydi. Bu da Batı için ideolojik mücadelenin bir parçasıydı ve ballı kaymak demekti. İşi bitince bu yazar unutuldu gitti ama zaten misyonunu yerine getirmişti.

Bu durumu iyi saptayan birçok kurnaz yazarın ille de politik bir kavgaya bulaşma arzusunun altında yatan temel dürtü budur işte.

Siz değerli okurlara bir soru sormama izin verin: Auster, Ruşdi, Solzhenitsin gibi isimleri biliyorsunuz. Peki Javier Marias, Junot Diaz, Jonathan Safran Foer, Don deLillo gibi romancıların adını duydunuz mu?

Büyük olasılıkla duymadınız. Oysa bunlar dünya edebiyatının yüz akı yazarlar. Rüşdi’yle, Auster’le kıyaslanamazlar bile. Ama siyasi bir sansasyona karışmadılar, kendi köşelerinde nitelikli romanlarını yazdılar. Bu yüzden de sadece okurları tanıyor onları. (Aslında Auster’e de haksızlık yapmamak lazım. Bu siyasi sansasyona bilerek, planlayarak katılmadı. Başkaları yarattı bu kıyameti. Yoksa evini ve yalnızlığı seven bir yazar o da.)

Yanlış anlaşılmak istemem: Hayatını siyasi mücadeleye adamış, inandığı yolda hapsi, ölümü göze almış nice saygın yazar var elbette. Onlara hepimiz saygı duyuyoruz. Ama bu çağ öyle bir çağ ki; eğri doğruya, yalan gerçeğe, yapaylık sahiciliğe çok kolay karışıyor.

Anlatmak istediğim yazar tipi, ünlü olmaktan başka bir amacı bulunmayan, evinden çıkmayan ama kitap satmak için siyasi skandal yaratmaya çalışanlarla ilgili.

Edebiyat, bu “kariyer yönetici” yazarlardan çok zarar görüyor.

(GazeteVatan)

Zülfü LİVANELİ | Tüm Yazıları
Hits: 1741