“Direnen Üniversite” -2
Sevgili Atatürk’ün ve O’nun direnen bilimcilerinin anısına...
“Direnen” ya da “düşünen” dediğimiz üniversitenin, bu nitemlerinin gereklerini layıkıyla yerine getirebilmesi için asgari bir yapısal uygunluğa kavuşturulması zorunludur. Üyelerinin cesaretiyle hayata geçirilebilen her düşünüş (direniş) üniversitenin yapısal özellikleriyle desteklenebilmelidir.
Üniversitenin ve üyelerinin onurunun korunabilmesi, hedeflerinde başarılı olabilmesi için kaldıraç niteliğinde gördüğüm bazı araçları burada dile getirmek istiyorum:
Bir “Üniversite Ombudsmanlığı”nın kurulması
Bir “Yargı Giderleri Yardımlaşma Sandığı”nın kurulması
Rektör yardımcılarının da seçimle gelmesi
Kurul yaşamının tüm ayrıntılarına dek canlandırılması
Anabilim dallarının 2-4 yıllık aralarla ulusal ve uluslararası kongreler düzenlemesi
Bölüm ve fakülte kütüphanelerinin kurulması ve bunların bağımsız biçimde kitap vs. satın alabilmelerinin sağlanması; üniversiteye güvenlikçi yerine kütüphaneci alınması. Öyle sanıyorum ki, bu birkaç araç bile dayanışmayı, paylaşmayı, verimliliği ve yaratıcılığı teşvikte çok önemli işler görebilecektir.
Üniversite Ombudsmanlığı üniversitelilerin yönetimle olan sorunlarını, başvuruları üzerine, inceleyerek karara bağlayan ve sonucunu talepleri üzerine yönetime ve kamuya duyuran, bağımsız, yansız bir kurul olacaktır. Üniversitelilerce seçilen üyelerden oluşacaktır. Bu kurul, idareye yanlışını düzeltme olanağını sağlayacağı gibi, mağdura da maruz kaldığını düşündüğü haksızlığı böyle bir kurula incelettirerek, haklı bulunduğunda idareye moral bir baskı yapılmasını sağlamak olanağını verecektir. Yönetimin, disiplin soruşturmalarını bu kurulda yer alan üyelere yaptırması nesnel ve adil sonuçların elde edilmesini sağlayacaktır.
Yargı Giderleri Yardımlaşma Sandığı, üniversiteliyi gerek üniversite idaresine karşı idari yargıda, gerekse akademik özgürlüklerinden dolayı bulunduğu öteki yargısal ilişkilerde malen desteklemek amacıyla çalışacaktır. Üyelerin aylık ödentileriyle sağlanacak gelir, taraf olacakları yargı süreçlerinde ödeyecekleri her türlü gideri karşılamakta kullanılacaktır.
Rektör yardımcılarının da seçimle gelmesi aynı demokratik mantığa ve akademik özerklik düşüncesine dayanmaktadır. Sosyal Bilimler, Fen Bilimleri ve Sağlık Bilimleri olarak ayrımlaşmış üniversitenin üç rektör yardımcısının bu birimlerin mensuplarınca seçilmesinin ve alanlarında rektör vekili olarak çalışmasının; rektörün de temsil ve gözetim görevine yoğunlaşmasının daha işlevsel olacağını düşünüyorum.
Direnen ve düşünen bir üniversitenin bu özelliklerinde kurumlaşabilmesi için kurul yaşamının tüm ayrıntılarına dek canlandırılması zorunludur. Kurulların özerk ve yetkin kararlar alabilmesi için üyelerinin gündem hakkında sürekli ve yeterli derecede bilgilendirilmesi gerekmektedir. Üyelerin bu işlevlerinde başarıyla teşvik edilmesi bir üniversiteyi sorumluluğuna uygun bir konuma taşıyacaktır.
Anabilim dallarının 2-4 yıllık aralarla ulusal ve uluslararası kongreler düzenlemesinin bir üniversiteyi nasıl canlandıracağını düşünebilmek zor değildir. Bu etkinlikler, her bir öğretim elemanının üniversite içinde ve dışında itibar kazanmasının, biliminde özgünlüğünün ve veriminin artmasının ciddi bir kaldıracıdır. Burada işin püf noktası, bunun her bir anabilim dalı için zorunlu bir etkinlik olarak, düzenli ve yetkin koşullarda gerçekleşmesidir. “Proje”ler çerçevesinde yürütülen çalışmalar buradaki dayanışmaya, paylaşıma ve ortak akademik güç oluşumuna yabancıdır. Salt proje bazında çalışıyor olmanın getireceği yabancılaşmayı ve doğuracağı sakıncaları göz ardı etmemelidir. Bilimin kolektif bir insani yetkinlik olduğunu unutmamalı; bu özelliğini daima ölçüt almalıdır.
Kütüphanelerinde milyonlarca kitabın öğrencisiyle buluştuğu üniversitelere doğru yürümeye bakmalı; “üniversite”nin hiçbir dogmasının bulunmadığını bilmelidir. Üniversiteler paradigmaların yaratıldığı tinsel, düşünsel aydınlık alanlarıdır. Bu alanları zorbaların, şarlatanların, yoz ve yabancı ögelerin baskısına açık duruma getirmek “üniversite”ye çok ağır bir ihanettir. Sapı bizden “balta”ların yaptıkları budur.
Üniversitede hiyerarşik bir yapılanmadan, yatay ve farklılaşmış bir yapılanmaya geçebilmenin yollarını aramalıyız. Bireyler olarak gereksindiğimiz akademik özerkliğin ve özgürlüğün kurumsallaşmasına çalışmalıyız. Birbirimize, öğrencilerimize ve ülkemize verebileceğimiz şey bu çabadaki içtenliğimiz ve bununla ortaya koyacağımız gerçekler olacaktır.
Cumhuriyet Bilim Teknik 11.11.2011
“Direnen Üniversite”-3
Artık üniversitelere daha büyük sorumluluk düşüyor. TÜBA’ya yapılan çirkin saldırıyla kendini iyice aşikâr etmiş bir niyete karşı durmak, her aydınlanmacı, Atatürkçü, halkçı öğretim üyesinin her zamankinden daha ivedi bir görevidir. Sinmek, sindirilmeye izin vermek, bir biçimde bu yıkıma ortam sağlamak gelecek kuşakların asla bağışlamayacağı bir tutum olacaktır.
Çocuklarımızı onurlandıracak bir isim bırakmak istiyorsak, ürkekliğimizi, korkularımızı, yılgınlığımızı bir kenara atmalıyız. Kiniklerin (köpeksilerin) de hoş görüleceği bir zamanda değiliz. Hoca Nasreddin gibi, anahtarı kaybettiğimiz yerde değil de, daha uygun diye, avluda aramaktan vazgeçmeliyiz. Bu felaketi özel çıkarları yüzünden görmezlikten gelenleri, şirin gösterenleriyse hiç anmak istemiyorum.
Peki, bu direnmek görevi niçin daha çok bize düşüyor? Bilmek, bilebilecek durumda olmak; bilebilmenin koşullarına başkalarından daha çok sahip olmak bize bu sorumluluğu daha çok yüklüyor da ondan. Bilimsel bilgi başarılı eylemin önkoşuludur da ondan. Oysa biz bugüne dek bu olanaklardan, daha çok kendimize ayrıcalık yarattık. Tuzumuzu kuru tutmak için tuzu hiç kurumayanların ezilmesine, sömürülmesine ses çıkartmadık. Hiç bir mangalda kül bırakmadık, ama sıra bir şeyler yapmaya gelince, kestirmeden sırra kademler bastık. Şimdilerde de, götürürler diye, direnen üniversitelilerle karşılaşmayı uğursuzluk sayıyoruz.
Sevgili meslektaşlarım, her seçimde “Direnen Üniversite” için üniversitenizden direnen rektör adayları çıkmasını sağlayın. Ne kadar çok olurlarsa, o kadar iyidir. Sonra onlardan bir araya gelerek yalnızca bir adayı desteklemelerini isteyin. Çoğunluk oyunu her alışında, bu adayı atama mercilerine dayatın. Atayıp, atamamaları hiç önemli değil. Ama bununla herkes bilecektir ki, eleştirel akıl zindedir. Sevgili Atatürk yaşamaktadır. İnsanın, halkın ezilmesine, sömürülmesine dayanamayan yürekler vardır üniversitelerde!
Direnen Üniversite programıyla gelecek olan rektörün siyasi iktidarca engelleneceğini, üniversitenin işlerini yürütemeyeceğini, böyle bir sonucun kaos yaratacağını söyleyenlere itibar etmeyin. Zaman işgüzarlar seçmek zamanı değildir. Bilimin yüksek değerlerini, kamu yararını, insan onurunu, akademik özgürlüğü seçmek zamanıdır. Siz bu seçiminizi ülke kamuoyuna gösterdikten sonra, o koltuklara kim oturursa otursun, Damokles’in kılıcı olacaksınız.
Otuzu aşkın üniversite 2012’de bu meşaleyi yakacaktır. Ya da sevgili yurdumuzun daha koyu karanlıklara biraz daha gömülmesine göz yumacağız. Sonraları hiç kimse, yaşlı Almanların “bilmiyorduk” demesi gibi, haberdar olmadıklarını kimselere anlatmaya çalışmasın.
Güneş yeniden doğacak. Doğmayacaksa ama, sevgili öğretim üyeleri, siz direnmenin erdemini kavrayamadığınız için, direnmeye cesaret yerine, birlikte sömürmeye cüret ettiğiniz için doğmayacaktır!
Bu sözlerimi aşırı bulanlara şunlardan neyi anladıklarını sorayım en iyisi:
Dünya demokrasi endeksinde 89’uncu sıraya geriledik. Özgür ülkeler arasında 112’ncilikle melez rejim, yarı özgür ülkeyiz. Basın özgürlüğünde 138’incilikle, yolsuzlukta 56’ncılıkla ve küresel barışta 127’ncilikle kırmızı listedeyiz. İnsani gelişmişlikte 93’üncülükle ve nüfusta çalışan oranı %44,3 ile en düşük sıradayız. Genel eşitsizlikte 84’üncü ve cinsiyet eşitsizliğinde 77’nci sırayla yine sonuncuyuz. Eğitimde eşitsizlikte 102’inci, gelirde eşitsizlikte 65’inciyiz...
34 OECD ülkesi arasında: Uzun yaşamada sonuncuyuz. Emeklilikte geçirebildiğimiz süreyle de sonuncuyuz. Geçim zorluğunda, eğitimde ve okuma becerisinde 32’inciyiz. Eğitim harcamalarında 33’üncü, nüfusun ortalama eğitim yılı olan 6,5’la sonuncuyuz. Hayata güler yüzle bakanlarımızla (%56,5) ve akıl sağlığımızla (%47) da sonuncuyuz. Birbirine güvende (%24) 32’nci, topluma gönüllü katkıda 33’üncü, hoşgörü’de 34’üncü sıradayız. (Bkz. Orhan Bursalı, 10 Yıldır AKP, Uluslararası Göstergelerle Türkiye Röntgeni, Cumhuriyet Kitapları, İstanbul 2011)
Ne dersiniz, bu verilerin açıkça gösterdiği sömürüye, talana, işgale, köleliğe, yoksulluğa, cehalete, tutsaklığa direnmeyecek miyiz? Direnen Üniversite’yle kendimizi yeniden bulduktan sonra bilimimizi, eğitimimizi, öğretimimizi bu verilerin nedenleri ve sonuçlarıyla mücadeleye adamayacak mıyız? Atatürk’ün üniversiteleri olmayacak mıyız?
(Cumhuriyet Bilim Teknik 25.11.2011)