Vergiyi kim öder?

~ 17.10.2011, Tevfik ÇAVDAR ~
Başlıkta yer alan soru, ekonominin çarklarının kimden yana döndüğünü ortaya koyacak, toplumu yakından ilgilendiren, hatta sorunlarının cevap anahtarını içeren, vergi yükünün kimlerin sırtında olduğunu anlamamıza yardım edecek önemli bir noktaya değinmektedir. Bu noktayı açıklamadan önce sivil ve siyasi toplum kavramları üzerinde bir nebze durmamızda yarar vardır.
Siyasi toplum “egemenliği elinde bulunduran sınıf” olarak tanımlanabilir. Feodal üretim ilişkilerinde “Aristokrasi”, günümüzde “Sermaye Sahipleri” siyasi toplumu oluşturur. Bu nedenle egemen olan siyasi toplum, yasaları da kendi egemenliğinin “sürdürülebilinir” olması için aldığı tedbirleri yasalaştırarak, örtülü ya da açık bir zorlama mekanizmasını titizlikle uygular. ÖTV diye bildiğimiz, Özel Tüketim Vergisi de bu bağlamda oluşturulmuş bir vergidir. Piyasa koşullarının sermaye düzeninden yana çalışmasını sağlayan bir araç olduğu gibi, vergi yükünü de doğrudan büyük halk yığınlarına aktarır. Bir anlamda devlete gelirlerine oranlı bir vergi veren tüm emek erbabı, bu vergilerini yansıtamadıkları için, ikinci bir vergiyle daha da ezilirler.
Verginin yansıtılması kapitalist düzenin temel dayanaklarından biridir. Bilindiği üzere “Gelir ve Kurumlar vergisi” ödeyen bir işletme bu vergilerin yükünü ürünlerinin satış fiyatına yansıtırlar. Yani geri alırlar. Ne var ki 1970’li yılların başından bu yana daha çok gelire gereksinim duyan “kapitalist” düzen, halkların yaşam haklarından da kendi leyhlerine pay almaya başlamışlardır. Bu doğrudan doğruya yığınların beslenme, eğitim, sağlık vb gibi harcamalarına el atmak suretiyle gerçekleştirilmiştir. Yani,tüketimden vergi alma yoluna gidilmiştir. Tüketim vergileri yığınların doğumdan ölüme kadar ödedikleri vergilerdir. Dolaylıdır, fark edilmez, insafsız ve de acımasızdır. İşte KDV ve ÖTV bu nitelikte bir vergidir.
KDV, bu bağlamda karşılaştığımız ilk vergidir. Bir üretim sürecinin her evresinden alınır. Örneğin buğday eken bir çiftçi hasadın satarken tohumdan, ürüne değin yarattığı “Katma değeri” satar, değirmenci buğday’ı un’a dönüştürerek yarattığı yeni değeri satar… Bu örneği, fırıncıya, börekçiye, tüm unlu mamullere doğru uzatabilirsiniz. Yani vergi çifte kavrulmuş lokuma dönüştürülmüştür.
Özel Tüketim Vergisi, ÖTV ise bundan daha acımasızdır; insanın tüm yaşam gereksinimlerine el atar, argo tabiriyle cepçidir. Tükettiğimiz her lokma, ilaç, kitap vb gibi akla ne gelirse ÖTV’nin hedefindedir.
ÖTV, neo-liberalizmin yaşam suyudur. ÖTV, aslanın ağzından lokmasını alma yöntemi dir. İnsan doğduğu andan itibaren bu verginin sınırları içine girer. Bebeğin zıbınından, mamasına, beşiğinden, oturağına kadar ÖTV’nin kapsamındadır. ÖTV oranlarına yapılan, acımasızlığı da geride bırakan zamları, sermaye medyası içki, otomobil vb gibi mallarla ilgiliymiş gibi verdi. Bu aldatmacadır. Birde “pırlanta”nın bu ve diğer vergilerden muaf olmasını da ele aldılar. Ne var ki bu yaklaşım yanlıştır, içki, araba, vb gibi ürünlere olan zamlar hemen yansıyacaktır. Yiyecek ve her türlü ürünü nakletmekte olan kamyonlar, tırlar, akaryakıttan, lastiklere kadar uzanan tüm gereksinimlerini, ödedikleri ÖTV’leri, müşterilerine , onlar da getirdikleri mallara talip olanlara yansıtmayacaklar mı?
Hastahane’de yapılan doğumu bir yana bırakın, “Köy Ebesi” hizmetini daha pahalılandırarak arz etmeyecek midir. Maliye Bakanı İngiliz Mehmet, yapılan zam değil “güncelleştirme” diyor. Kimse neden böyle bir “güncelleşmeye” gidiliyor diye sormuyor. Sıcak paranın suyunu çektiğini itiraf edeni yok. Kayseri’li Enerji Bakanı memurların mesaisini saat 06.00’lara çekmekten bahsederken, Cumartesi’nin yeniden mesai günü olmasını önerirken, elektrik tasarrufunun neden gerekli olduğunu açıklamıyor.
Açık olan gerçek şudur.
- Parçalarının %80’i ithal edilerek, ucuz emek kullanılarak yapılan otomotiv üretimi ülkeye kâr değil net bir ödemeler açığı getiriyor. [88kr ithal 100 kr ihracat] bağıntısı sürdürülemez noktaya ulaşmıştır.
-Cari açık adeta Merkez Bankası rezervleri düzeyine ulaşmıştır. (Ocak-Ağustos döneminde 90 milyar doları geçmiş)
-Tüketim furyası “tasarruf” yapmayı bırakın sözcüğünü bile unutmuştur.
-İkinci Dünya Savaşı gibi bir badireyi kendi üretimiyle atlatabilen Türkiye’nin tüm ekonomik işletmeleri haraç-mezat satılmış, bununda son noktasına gelinmiştir.
-Bankalardaki mevduatın yarım trilyon lirayı aştığı söylenirken, bu tasarrufun milli bankalardaki düzeyine değinen olmamıştır.
Deniz bitmiştir. Komşumuzun Başlbakanı, AB Troykasına , “Ne yapalım Mora’yı da mı satalım “diye isyan ederken; rafinelerden , basma, şeker fabrikalarına kadar tüm ekonomik varlıklarımızı “özelleştirme” adına “Yağma Hasan’ın Böreği” örneği satan biz ne diyelim. “Ben Türkiye’nin Pazarlamacısıyım” diyen bir siyasal erkin yönetiminde bir çözülmeye doğru gidiyoruz.
Evet, “yaşam” karşılığı ÖTV’yi ödeyen emekçi yığınlar, gelecekteki ekonomik krizinde yükünü çekecek. Ya pazarlamacının akıbeti ne olacak? Bilinmez ama 3-4 vakte kadar Başkan olabilir.
Not: Rouseff (Brezilya Cumhurbaşkanı) gibi Marksist bir gerilla lideri ülkemizi ziyaret etti. Siyasilerden, medyaya kadar herkes suspus. Habitat toplantısına gelen Fidel Castro’ya gereken özeni gösteren Demirel’in düzeyine bile yaklaşamadılar.

(SolHaber)

Tevfik ÇAVDAR | Tüm Yazıları
Hits: 1801