İkinci Cumhuriyetin iktisadi temeli

~ 12.10.2011, Alper BİRDAL ~
İkinci Cumhuriyetin dayandığı ekonomik yapı, Birinci Cumhuriyetten ne kadar farklı?
Bu soruyu iki nedenle sormak gerekiyor; birincisi bölgesel nüfuz iddialarını Birinci Cumhuriyete kıyasla çok farklı bir boyuta taşımakta olan, emperyal bir vizyonla hareket eden Türkiye’nin yeni rejimi, bu iddiaların altını dolduran bir iktisadi dönüşüm de geçiriyor mu sorusu, bu ana sorunun bir uzantısı olduğu için.
Soruyu sormamın, bununla bağlantılı diğer nedeni ise şu: İktisadi yapıda son otuz yılın genel eğilimleri geçerliliğini koruyor, dünyayla eklemlenme dinamikleri nitel bir farklılık göstermiyorsa, bunun İkinci Cumhuriyet açısından yaratabileceği potansiyel sorunlar nelerdir sorusuna da bir yanıt verilmeli…
İlk başlıkla başlayalım. Burada ister istemez Lenin’e, onun emperyalizm tahlilinin merkezine koyduğu “mali tekellerin egemenliği” ve “sermaye ihracı” kavramlarına dönmek durumundayız. Bu iki kavramın bugün bir emperyalizm tahlili yapmak için yeterli olmadığı söylenebilir, ancak bu kavramları içermeyen bir emperyalizm tartışmasının yapılabileceği söylenemez.
Çok kısaca geçmek durumundayım. Mali tekellerin egemenliği, Marx’ın tespit ettiği sermayenin yoğunlaşma ve merkezileşmesi eğilimin nitel bir sıçrama yapmasını ifade eder; hem sermayenin bankalar ve mali sermaye öncülüğünde oligarşik bir yapıya dönüşmesi hem de devlet ve sermaye arasındaki bütünleşmedir söz konusu olan. Bugün dünya kapitalizminin süregiden bunalımına baktığımızda bu nitel sıçrama tespitinin ne kadar yerinde ve ne kadar geçerli olduğunu bir kez daha görüyoruz. Kısacası mali tekellerin egemenliği, devlet ve sermaye arasındaki bütünleşmenin ulaştığı en üst düzeyi ifade etmekte, devletin sermayeleşmesini ve sermayenin devletleşmesini anlatmaktadır.
“Sermaye ihracı” ise dünya pazarının paylaşımında belirleyicilik gücüne işaret etmektedir; yani emperyalist bir gücün müdahale kapasitesine… İhraç edilen sermaye, başka pazarlarda yerleşiklik kazanmış iktisadi çıkarlar anlamına geliyor ve bunun yanında bir bütün olarak dünya piyasasının işleyiş kurallarını oluşturma, değiştirme kapasitesini ifade ediyor.
Bir rejimin emperyal bir vizyona sahip olması, kuşkusuz o rejimin tesis edildiği ülkenin emperyalistleştiği anlamına gelmez. Ancak emperyalist olmayan bir ülkenin iktisadi açıdan temeli olmayan “emperyal bir vizyon” geliştirmesi hem kendisinin hem de başka ülkelerin başına büyük belalar açacağı anlamına gelir. “İktisadi temeli var mı” sorusuna yanıt ararken değerlendirme ölçütümüz yukarıda atıfta bulunduğum iki kavramı “içermelidir”: Mali tekellerin egemenliği (sermaye-devlet bütünleşmesi) nesnel olarak ne ölçüde geçerlidir ve sermaye ihracının büyüklüğü ve yayılımı, dünya pazarını paylaşım kavgalarına etki edecek ölçüde bir müdahale gücüne tekabül etmekte midir?
İkinci Cumhuriyetin Türkiye’deki sermaye egemenliği açısından ciddi bir sıçrama olduğunu söyleyebiliriz. Devlet ve sermaye arasındaki bütünleşme yeni rejimin tesis edilmesi sürecinde ciddi bir dönüşüme uğramış bulunuyor. Bir süre öncesinin TÜSİAD toplantılarında zaman zaman görülen panik havasını, Uzan Grubu’nu tasfiye edilişini, Doğan Grubu’yla vergi restleşmesini, Zorlu’nun, Çalık’ın ve bilumum Tuskoncu ve MÜSİAD’cı sermayenin önlenemez yükselişini düşünelim. Bu süreç yalnızca sermaye içi kompozisyonun değişmesini değil, bir bütün olarak Türkiye sermaye sınıfının “fikri evreni”nin ve toplumsal bağlarının değişmesini de anlatıyordu. Evet, İkinci Cumhuriyetle birlikte devlet ve sermaye arasındaki bütünleşme de başka bir düzeye ulaştı. Türkiye burjuvazisi artık başka ülkelerde devlet inşasına katılan, tek başına olmasa bile, rejim yıkan ve rejim kuran bir müdahaleciliğin parçası…
“Sermaye ihracı”na ya da paylaşım kavgasındaki kapasiteye gelince… Bu başlıkta her şeye rağmen bir mali sermaye oligarşisine dönüşme hızının muadilinin görülebildiğini söylemek zor. Ancak İkinci Cumhuriyetin kuruluşuyla birlikte bir ivmelenmeden söz edebiliriz. Kuzey Irak’taki petrol yatırımlarından, Balkanlarda özel hastane kompleksleri kurmaya, Afrika’ya silah satma planlarından, THY’nin üstlendiği role kadar varan örnekler sıralanabilir.
O halde Türkiye’de rejim, evet, emperyal vizyonun altını giderek daha fazla dolduran ve şüphesiz ondan beslenen bir iktisadi dönüşüm geçiriyor. Bu dönüşüm, AKP iktidarıyla birlikte büyük bir hız kazandı ve devam ediyor.
Gelgelelim bu durum dünyayla eklemlenme dinamiklerinde, sermaye birikim rejiminde son otuz yılda yerleşiklik kazanan mekanizmaların köklü bir biçimde değiştiği anlamına gelmiyor. AKP sözcülerinin son seçimden sonra “yerli otomobil”, “ithal ikamesi” gibi sözler etmesi, eklemlenme dinamikleri ve birikim rejimi açısından farklı arayışların gündemde olduğunu göstermeye yetecek kuvvette değil. Sekiz ayda 54 milyar dolar cari açık veren bir ekonomide bunlar daha çok zevahiri kurtarma çabaları…
Türkiye yine sıcak para girişleriyle ayakta tutulan, sanayisi ve tarımı dışa bağımlı bir ülke… Ancak durumun tam anlamıyla “eski hamam eski tas” deyişi ile betimlenebileceği söylenemez. Hamam eski, tamam, ama tas yeni...
Yine son sekiz ayda Türkiye’ye gelen kaynağı belirsiz dövizin miktarının neredeyse 10 milyar doları bulduğunu anımsayalım. Merkez Bankası çıkıyor ve bunun kaynağının Türkiye vatandaşlarının yurtdışındaki servetlerini getirmesi, doğrudan ticaret vesaire olduğunu söylüyor. Yani kayıtdışı dövizin kaynağı kayıtdışı ticaret ve kayıtdışı servet transferleri… Türkiye dört bir yanında gerilim yaratırken, İMKB buna tepki vermiyor. Borsaya gelen yabancı para kaçarsa, bunu borç senetlerine gelen yabancı para ikame ediyor… O da olmazsa kayıtdışı döviz…
Bir örnek daha: TOKİ’nin eski “patronu”, şimdinin Şehircilik Bakanı, “Ruslara ve Körfez sermayesine konut satacağız, cari açığı çözeceğiz” buyuruyor. Cari açık sorununu böyle çözemezler, ama tas, eski tas değil; bunu söylüyorlar.
Bütün bunlarda İkinci Cumhuriyetin emperyal vizyonunun ve bu vizyona emperyalizm tarafından bahşedilen rolün bir payı olduğu aşikar.
Fakat tas eski tas olmasa da hamam eski hamam. Eklemlenme mekanizmaları, dolayısıyla bunun sermaye sınıfı açısından barındırdığı riskler olduğu yerde duruyor. Türkiye’nin İkinci Cumhuriyetine harcanan “siyasi sermaye”nin büyüklüğü, yeni rejimin iktisadi olarak da ayakta tutulmasını gerekli kılıyor. Tutuyorlar. Ancak geçen hafta Merkez Bankası’nın dolara müdahalesinin gösterdikleri, Türkiye’nin nereye kadar daha tutulacağı konusunda sermaye egemenliğinin kaygılarını artırmış olmalı. Buna karşılık kıdem tazminatının iç edilmesi, emek piyasasının daha da esnekleştirilmesi, bölgesel asgari ücretin yeniden ısıtılması vb başlıkları içeren saldırı paketi ise patronların yüreğine su serpiyor.
O halde tas yeni olsa da hamam eski ve çökmeye aday… Çökmesi için emekçi sınıfların, tavanı tutan birkaç kirişi sarsması gerekiyor. Eklemlenme ve birikim mekanizmalarının eski olması, İkinci Cumhuriyetin emekçi sınıfların direnci olmadan göçük altında kalmasına neden olmayacak. Tepesindeki tavanı tutan kirişler sarsılmadığı takdirde Türkiye’nin bu köhnemiş düzeni, emperyal vizyonunun altını daha fazla dolduracak ve halkların başına daha büyük belalar açacak.

(SolHaber)

Alper BİRDAL | Tüm Yazıları
Hits: 1510