24 Ocak mı? 12 Eylül mü?

~ 19.09.2011, Tevfik ÇAVDAR ~
Yakın tarihimizi bile doğru öğrenmeyi beceremiyoruz. Nitekim (?) 12 Eylül 1980’nin otuzbirinci yaş gününü anımsarken, gene Ankara Emniyetinin bodrum katında konuşlanan DAL’da yapılan işkenceler, yurtdışına kaçanlar ve darbenin diğer çirkin eylemleri öne çıkarıldı. Yanlış mıydı? Hayır. Ama, eksikti. Olayı sadece yüzeysel betimliyordu. 1980’i izleyen ilk yıllarda bu tür tahliller yeterli olabilirdi ama, günümüzde eksik bir tespit, bunun da ötesinde gerçeğin saptırılmış anlatımı olur. Bu noktada şu soruyu kendimize soralım, 1970’li yıllarda ne oldu?
1970’li yıllar belirleyen temel olguları şöyle sıralayabiliriz:
- ABD’de Vietnam yenilgisinin şoku temel ekonomi yaklaşımını bütünüyle değiştirdi. Kamusal ve bireysel tüketimi temel etmen olarak niteleyen Keynesyen yaklaşım terk edildi. Onun yerini Şikago ekolü diye bilinen, Milton Friedman ve arkadaşlarının “parasal simyacılığa” dayanan “Monater ekonomi” yaklaşımına yani “Neo Liberalizm”e bıraktı. Bu yeni ekonomi politikası Başkan Reagan tarafından başarı ile yaşama geçti. ABD parasını belirleyen “altın standardı”nı terk etti. Özelleştirme kavramı sistemin temel kuralı haline geldi. Tüm ekonomik faaliyetler kamusal hizmetin dışına çıkarıldı. Piyasa ve metalaşma tek belirleyici oldu. Bu ekonomik değişimin Türkiye’deki misyoneri, öncüsü ve icracısı Turgut Özal’dı. Türkiyenin böylesine bir ekonomik “ultra serbestiye” yönelmesi ise Naomi Klein’in altını çizdiği gibi “şok” kuramına uygun bir acımasızlıkla gerçekleşti. 1970’lerdeki bu süreci adım adım yansıtalım.
- Kıbrıs olayları sonrası uluslararası kapitalizm ABD’nin önerisi ile Türkiye'ye ekonomik “Ambargo” uygulama başladı.
- Dönemin Başbakanı Süleyman Demirel bu ambargoyu, tereddüt etmeden, Sovyet İktisadi yardımıyla deldi. Sovyet uzmanlarından oluşan “iktisadi yardım” bürosu tam ABD Büyük Elçiliğinin köşegeninde yer alan bir binada konuşlandı.
- Sovyetlerin yardımıyla Aliağa’da Rafineri ve Petro–Kimya tesisi, Seydişehir Alüminyum fabrikası başta olmak üzere birçok yatırım gerçekleştirildi. Bunların en önemlisi olan İskenderun Demir–Çelik kompleksi Demirel ve Sovyet Başbakan Kosigin tarafından elele açıldı. Hepsinin ötesinde Türkiye’de yıllardan sonra 1976’da DİSK’in önderliğinde 1 Mayıs Taksim Alanında toplandı. Yığınlar ellerinde flamalar, Kızıl bayraklar, hatta Marx, Engels ve Lenin’in büyük portrelerini taşıyarak, başta Enternasyonel olmak üzere çeşitli sosyalist marşlarıyla yürüyor, kürsüde Genco Erkal Nazım’ın şiirleriyle yığınsal heyecanı ateşliyordu. Uluslararası kapitalizm, hele neo-liberal aşamada buna tahammül edemezdi. Operasyon, MESS, TÜSİAD desteğiyle ve de kuşkusuz misyon şefi Turgut Özal tarafından yönetildi. Yıllar sonra Klein’in açıkladı “şok” tedavisi 1977 1 Mayıs katliamı ile devreye sokuldu. 1978’de kurulan Ecevit iktidarı süresince cinayetler katliamlar (Çorum, Maraş) kıtlıklar (döviz, mal, petrol vb) özel kesimin bilinçli yarattığı mal darlıkları ile “doruğa” ulaştı ve Mayıs 1979’da gazetelerde tam sayfa yayınlanan TÜSİAD manifestosu ile önce 24 Ocak ekonomik tedbirleri, sonra da bu tedbirlerin noksansız uygulanmasını, sol siyasetin acımasızca ezilmesi için 12 Eylül 1980 Askeri Darbesi geldi. O günden bu yana Türkiye sanayi ve banka olarak tüm kamusal varlıkları özelleştirdi. Mal sektörünü Osmanlı dönemine dönüştürdü. Yabancı bankalar, uluslararası şirketler ülkede at oynatmaya başladı. Özal – Çiller – Derviş’in açtığı bu yoldan ayrılmayan AKP son darbeyi tamamlayarak işi bitirdi. Bugün biraz önce özetlediğimiz süreç “Askeri Darbe” ile gizleniyor.
Bugün ülkemizde bireysel fukaralık hızla artıyorsa, sadaka politikası geçerliyse, din açlığı ve kötü siyasal yönetimin üstünü örtmek için kullanılıyorsa, ülkemiz bağımsız dış politika izlemekten yoksunsa bunun baş günahkarı Turgut Özal’dır. Bu gerçek iyice anlatılamazsa, zihinlere yerleştirilemezse hiçbir sorunumuzu çözme babında bağımsız düşünemeyiz. Darbe 12 Eylül 1980’de yapılmadı, 24 Ocak 1980’de gerçekleştirildi.

(SolHaber)

Tevfik ÇAVDAR | Tüm Yazıları
Hits: 1561