AKP VE UCUZ POPÜLİZM

~ 13.09.2011, Aydın CINGI ~
Önce paralel kurumları, sivil toplumu ve yurttaş prototipi ile alternatif bir Türkiye yaratılıp neredeyse bitirildi. Artık ülkenin ve toplumun bütününün o modele göre tasarlanacağı aşamaya gelindi. Kimileri hala daha “Şeriat gelir mi? Bizim kadınlar da çarşafa sokulur mu?” gibi dertlerle oyalanadursunlar, ortada fiili durum var. İktidarda gözü kara, popülist ve “sonuca” ulaşma yolunda kullandığı aracın “etik” içeriğine bakmayan kararlı bir kadro bulunuyor.
 
Öncelikle yasama ve yargı, fiilen yürütmeye bağlandı. Ayrıca demokrasilerde dördüncü erk diye anılan medyanın da durumu gözler önünde. Hiçbir hatalı, haksız veya kasıtlı uygulama, çoğunluğunu iktidar partisinin oluşturduğu TBMM’de geçen dönem denetlenemedi; bu dönem de olacağı o! Kaldı ki, artık Kanun Hükmünde Kararnameler aracılığıyla Meclis’in yasama işlevinin de kenarından dolaşılabilecek. Yargının ise kendiliğinden harekete geçmesi ya da yurttaş girişimiyle yerinden kıpırdatılması olanaksız görünüyor. Bulunduğu yerden memnun olmayan savcı varsa buyursun; anında başka bir yere tayini çıkar. Sistemimizin olumlu yönlerinden biri olan “özerk kurumlar” da devreden çıkarılıyor. Malum; iktidarın tepesinden başka kimse özerk olamaz ve de irade-i şahaneye hiçbir kurum “özerklik” iddiasıyla engelleme yapamamalıdır. AKP demokrasisi işte böyle bir şey! Sorgulamaya da kalkılmasın; “çoğunlukçulukla demokrasi birbirine karıştırılıyor” falan da denilmesin!
 
İktidar, bu türden uygulamalarına karşı kalan tek çare olarak CHP’nin muhalefetiyle karşılaşmayagörsün. Sözcülerinin “yavuz hırsız” taktiği derhal devreye sokuluyor. Bu alanda, onlar için, her türlü çirkin söz ve davranış mübah! Mavi Marmara konusunda İsrail önünde kayıplı çıktığımız açık bir gerçektir. Bir devlet ki, birincil görevi vatandaşlarının canını korumaktır, dokuz kişinin öldürülmesini sineye çekti; iddialaştığı halde özür diletemedi; üstelik Birleşmiş Milletler’den İsrail’e, Palmer Komisyonu imzalı bir “Gazze ablukasına icazet” belgesi armağan ettirdi. Yenilgiyi örtbas edip bir de haklı görünmek için, derhal mağdur Arap yığınlarını titretecek temelsiz ve sonuçsuz bir cart curt patlaması icat edildi. Amaç, çoğunluğu yandaşlaştırılmış basında da köpürtülen bir “helal olsun Başbakan’a, amma da esip gürlüyor” dedirtmek. Kendini tehdit altında hisseden bir azınlığa dönüşmüş normal medyada çıkan ve iktidarı akılcılığa davet eden sesler duyulmadı bile. Üstelik muhalefet, İsrail’in avukatlığını yapmakla suçlandı. Hatta Egemen Bağış, AB işlerini ihmal etme pahasına, tetiğini iç politikaya ve Ortadoğu’ya yöneltti ve Kılıçdaroğlu’nu ülkeyi terk eden İsrail Büyükelçisi’nin işlevini görmekle itham etti. Abartı, kötü niyet, ucuz popülizm ve yavuz hırsız politikası böyle bir şey işte!
 
Komşularla sıfır sorunla yola çıkan dış politika yalpalıyor. Libya’da “NATO’nun orada ne işi var?”dan isyancılara bizim vergilerden 300 milyon dolar verme konumuna gelen iktidar, Suriye’de Esad kardeşliğinden de “abartılı” bir muhalefete geçilmesini eleştiren CHP Genel Başkanı’na Hüseyin Çelik’in ağzından “siz Alevi olduğunuz için mi Şii rejimini koruyorsunuz?” diye soruyor. CHP nazik parti; “siz de Sünni olduğunuz için mi başka Sünni Arap dikta rejimlerine hiç söz etmiyorsunuz?” demiyor. Ancak kamuoyundan yükselen infiale karşı Çelik Bey “ne demek efendim; ben mezhep ayırmadan her yurttaşı severim” diyor. O ve onlar yine kendilerince haklı çıkıyorlar.
 
Başka örnek mi gerek? İşte Deniz Feneri savcılarının başına gelenler! Yürütme, hele de referandumdan sonra yeni “malum” işlevine bürünen HSYK aracılığıyla yargıya her türden garabeti yaptırtabiliyor. Silivri’de savcılar hakkında yapılan pek çok sayıda şikayete göz yumulurken Ankara’da zar zor ele alınabilen Deniz Feneri dosyası savcılarına, sanıkların temelsiz olduğu zor tartışılır bir şikayeti sonucunda, dosyadan el çektiriliyor. İşin özü şu: “bizden olup korumamız altında olanların kılına dokunanlar; şöyle ya da böyle ucu bize değebilecek olan sorunları deşmeye kalkanlar engellenir.” Ne gariptir ki, biz aslında korunmak istenenlerin, sanıklar değil de, görevlerinden alıkonulan savcılar olduğunu Adalet Bakanı’nın ekranda gözümüze baka baka yaptığı aklımızı zorlayıcı açıklamalardan anlıyoruz.
 
Bir örnek daha mı? Beyoğlu’nda açık havada yiyip içerek söyleşmek ve eğlenmek yasaklandı. Her türden kadın erkek biraradalığının günah potansiyeli taşıdığı yolundaki dogmalarla kavrulmuş kafalar, üstelik bu biraradalığın içki masalarında oluşmasına zaten tahammül edemezdi. Yavuz hırsızlar ise bu konuda da iş başındalardı. Aslında bu uygulama, güya oralardan geçmek zorunda bulunan vatandaşın sokakta rahat dolaşma özgürlüğünü korumak için yapılmıştı. Onlara göre, herhalde yaşlı teyzelerimiz her gece pazarda alışveriş yaptıktan sonra ellerinde ağır torbalarla Asmalımescit’ten geçiyorlardı ve onların rahat geçiş hakları korunmalıydı. Yoksa kadın erkek birlikte, kimseye zarar vermeden, içip eğlenilmesine müdahale etmek akıllarından bile geçmezdi. Beyoğlu sönüyor; başka yerlerde de mekan sahipleri kendiliklerinden dışarıdaki masaları topluyorlar ve de yakında yine birilerini korumak amacıyla içki içilebilen kapalı alanlar da kısıtlanacak. Muhalefet, kendini karşı tarafın şirretliğinden koruma güdüsüyle sesini çıkaramıyor; yoksa kendisine bu kez de “sen sarhoşların avukatı mısın?” diye sorulacak. Bu arada mekan sahipleri, yargıya başvurmaları durumunda elde edebilecekleri bir şeyler olabileceğine de inanmıyorlar.
 
Eski bir politikacımızın deyişiyle “demokrasilerde çare tükenmez”. Gerçekten de her şeye çare bulunur; ama kötü niyete, yavuz hırsızın ev sahibini bastırma politikasına ve ucuz popülizme karşı kolay savunulmaz. Hele de siz o düzeylere inmekte zorluk çekiyorsanız!
Aydın CINGI | Tüm Yazıları
Hits: 2335