Bir Yargıç Nasıl Adil Olur? (*)

Soğuk adaletinizi sevmiyorum; ve yargıçlarınızın gözlerinden
Cellatla, onun soğuk demiri bakıyor.
Söyleyin nerede bulunur, gören gözleriyle, sevgi olan adalet?
Nietzsche
Mecelle 1792. maddesinde “Hâkim, hakîm, fehîm, müstakîm ve emîn, mekîn, metîn olmalıdır” der. Yani yargıç bilge ve bilgin, akıllı, anlayışlı, doğru, kendisine güvenilen, korkusuz, vakarlı, temkinli, metanetli, dayanıklı olmalı... 1999 yılının güzünde tamamladığım “İstanbul Barosu Çevresi Adli Yargıda Yolsuzluk Araştırması” adlı çalışmamda meslekte beş yılını doldurmuş İstanbul Barosu avukatlarından bir de, yargıçlar ve savcılarda genellikle gördükleri kişilik özelliklerini işaretlemelerini istemiştim. Yüzde yetmiş beşi yalnızca bir şık işaretlemişti. O da “vakarlı, temkinli” olduklarıydı. Bu sözcükler kibri, cüreti, ürkekliği de çağrıştırıyordu. Ayrıca yüzde doksan beşi “adli yargıda yolsuzluk vardır” derken, yüzde altmış üçü bu durumun adli yargının temel sorunlarından birisi olduğunu söylüyordu. Aynı derecede düşündürücü başka bir yargıç kusuruna daha değinmek istiyorum: Kant’ın “Aydınlanma Nedir? Sorusuna Yanıt”ında sözünü ettiği ve düşüncenin özgürlüğü için önemli bir adım saydığımız “aklın özel kullanımı (Privatgebrauch der Vernunft)” ile “aklın kamusal kullanımı (öffentlicher Gebrauch der Vernunft)” ayrımına bağlılığını sürdürmesi, günümüz yargıcını ciddi bir iç çatışmaya sürüklüyor:
Aklın özel kullanımı kişinin, görevinin gereklerine koşulsuz uymasını; kamusal kullanımı onun, bu gerekleri alenen, özgürce eleştirilebilmesi gereğini dile getiriyordu. Yani buna göre yargıç isterse kamuya şöyle seslenebiliyor: “Uyguladığım bu yasanın, verdiğim bu kararın adil olmadığına inanıyorum”. Sorumluluklarını kaldırırken, kamuya sızlanmalarına izin veren bu ayrıma yargıçlar can simidine sarılır gibi sarılıyor. Ağır derecede haksız bir yasaya bile itaatle yükümlü olduklarını söyleyen bu kör içtihat, onları mazur kılıyor, vicdanlarının sızısını yatıştırıyor.
İnsanın, vicdanı karşısında bu denli uyutulmasının ne denli korkunç bir cinnet ve cinayet olduğunu düşünemeyen bir kimse olabilir mi? Uyruklarının vicdanını köle tutmak isteyen bir Leviathan’ı, “Ne istersen düşün, dilediğince düşün, ama itaat et” diyen aydınlanmış bir monark (Büyük Frederik) dahi yeterince gizleyemiyor.
Yargıç vicdanını, adalete ve hakikate doğası gereği yabancı bu gücün hizmetine severek ve korkuyla hep sunuyor. Bu ayrım sonuçta aklen ve vicdanen kendisine uygun yargıçlar yetiştiriyor.
Oysa yargıcın yasayı, hukukun evrensel değerleri ışığında denetlemek ve düzeltmek yetkisi adalet yolunda önemli bir güvencedir. Yargıcı gerçek yargıç kılacak olan şey onun, ağır biçimde haksız bulduğu bir yasayı ihmal etmek cesaretini göstermeye kendini hazır hissettiğinde ancak kürsüye çıkabilmekte hak ve güç sahibi olabileceğini bilmesidir. Adalet ve hakkaniyet yolunda yalnızca özgür ve sorumlu olduğunu bilmesidir. Silivri’deki yargıçlar gerçekten Kant’a uydukları için tutuk iseler, Sokrates gibi yapmalılar: insafsız yasaları çiğnemeliler. Aristoteles’ten, mahkeme adaletine çekidüzen veren Hakkaniyet’i bulup uygulamanın asli görevleri olduğunu öğrenmeliler. Ama yasaların lafzını bu katı pozitivist sav yardımıyla, iktidarın muhaliflerini tasfiye için kullanıyorlarsa, Nazi yargıçlarının da aynı şeyleri yaptıklarını anımsamalılar.
Hukuku bilmek ve telaffuz etmekle (iura novit curia) yetkilendirilen yegâne kurum olarak mahkemenin hukuku bilememesi (yani bir yasanın adaletsizliğini görememesi) kusurunaysa hiç değinmek istemiyorum.
Tüm günahlar insan içindir, erdemleri gibi… Biz günahlarımıza rağmen belki işimizi görebiliriz, ama yargıç onlardan arınmadan kürsüye çıkamaz. Yargıç erdem sınavlarından yüksek bir başarıyla geçmekle hükümlüdür. Her tökezlemesi onu kürsüden diplere fırlatır.
İnsan yargılamak kolay iş değildir. Aslında “iş” değildir. Ama biz bunu birilerinin işi yapmışsak, o zaman, böyle bir iştir. O yedi günahından arınıp, yedi erdemin kisvesini giyinmeden kendisine sunulan peygamber postuna oturamaz. Suçlu değil, yargıç titremeli adalet(sizlik) korkusuyla. Bundan berisi trajikomik bir tiyatrodur, soytarılıktır, cellatlıktır, kısır gerçeklik bize yargılamanın sıradan bir meslek icrası olduğunu her yönüyle ısrarla gösterse de…
Bugün ne yazık ki, kamusal gerçeklikte hemen her karine tersine dönmüş görünüyor. ——-
(*)12 Ağustos’ta aynı başlıkla yayımlanan yazımı, içerdiği bir yanlıştan ötürü geri çekmiştim. Orada, Kant’ın ayrımındaki kategoriler yer değiştirecekti. Bugün düzeltilmiş (ve kısmen farklı bir) metni okuyorsunuz.

(Cumhuriyet Bilim Teknik)

Prof. Dr. Hayrettin ÖKÇESİZ | Tüm Yazıları
Hits: 2774