Durum çok mu umutsuz?

~ 03.09.2011, Metin ÇULHAOĞLU ~
Seçim sonuçlarına, “halkımızın” gündelik yaşam ortamlarıyla ilgili tercihlerine ışık tutan anketlere ve başka göstergelere bakılacak olursa durum pek de umut verici görünmüyor. Görünen o ki, bugün Türkiye’de geniş halk kesimleri tutucu, kayıtsız, ürkek ve güvensiz bir konuma sabitlenmiştir.
Sorular şunlardır: Bu, gerçek anlamda siyasal bir konumlanış mıdır? Az çok bütünlüklü ve açık ideolojik tercihleri mi yansıtmaktadır? Bugünkü konumlanış adıyla sanıyla sağda mıdır?
Yoksa bunları önceleyen bir insanlık durumundan mı söz etmek gerekir?
“Laf cambazlığı” sayılmasın: Dönem olur, geniş kesimlerin net denebilecek ideolojik ve siyasal tercihleri belirli bir insanlık durumunu ortaya çıkarır; dönem olur, belirli bir insanlık durumu, altı pek sağlam olmayan, gerekçelendirilemeyen, başkalarının önünde dobra dobra savunulamayan ideolojik ve siyasal tercihleri beraberinde getirir.
Türkiye’deki durum hangisidir?
Kesin konuşmak pek mümkün değil; ancak yabana atılamayacak kimi veriler ve gözlemler, ikinci durumun ciddiye alınması gerektiğine işaret etmektedir. Bu ülkede “çok şükür, halimden pek ama pek memnunum” diyen insan zaten hiç çıkmaz; ancak sadece “çok şükür” demekle yetinenlerin bu sözü söylerkenki tonlamaları ve yüz ifadeleri bir şeyi ele verir: “İdare ediyoruz işte, aman daha beteri gelmesin de…” Başka bir deyişle, işsizin bir gün iş bulma umudu veya işsizken kendisine bakacak kimsesi vardır; işi olan “ya kaybedersem” endişesiyle boğaz tokluğuna çalışmaya razıdır; sosyal güvencesi olmayan “bir iş buldum ya şükredeyim” zihniyetiyle fazlasını aramamaktadır; gırtlağına kadar borca batan da “buluruz bir yolunu” avuntusu içindedir.
“İnsanlık durumu” budur, önce bu vardır; bu insanlık durumudur ki, dertleriyle birlikte bir parça umudu olanları, bir de “ya daha kötüsü olursa” kaygısı taşıyanları istikrar arayışına, güçlü olanın arkasında durmaya yöneltmektedir. Bu yönelimin klasik anlamda net ideolojik-siyasal tercih sayılması, biraz aceleci ve süpürücü bir genelleme olacaktır.
***
Yukarıda söylenenler ışığında, Türkiye sosyalist hareketinin yakın geleceğiyle ilgili bir çıkarsama yapılabilir: Türkiye’de sol siyasal uyanış, verili net ideolojik-siyasal tercihlerin değişmesinden çok, bir insani rönesansla başlayacaktır. 60’lı ve 70’li yıllarda Türkiye’de sol, insanların mevcut ideolojik-siyasal yönelimlerini değiştirmeleriyle yükselmişti; önümüzdeki dönemde ise solun yükselişi, değiştirilen ideolojik-siyasal tercihlerden çok mevcut insanlık durumunun insanlık adına reddedilmesiyle gerçekleşecektir.
Bu söylenenle materyalizmi ötelere iterek “metafizik”, “idealist” veya “hümanist” bir mecraya mı kayıyoruz?
Bugünkü insanlık durumunu yaratan, kapitalizmin maddi gerçekleri değil de birtakım manevi etmenler olsaydı böyle bir tehlikeden söz edilebilirdi. Oysa işsizlik de, iş kaybetme korkusu da, sosyal güvencesizlik de, yoksulluk da, borç da doğrudan doğruya kapitalizmin maddi gerçeklikleriyle ilişkilidir. Bir insanlık durumundan başka bir insanlık durumuna geçilmesi de, bu maddi gerçekliklerin döne döne anlatılmasıyla, bilince çıkarılmasıyla ve sonuçta bunlara karşı mücadele gerekliliğinin kavranmasıyla gerçekleşecektir.
“İnsani rönesanstan” kastedilen budur.
İskender’in kılıcının vurulacağı yer de bellidir: Dikkat edilsin, bugünkü düzenin çarpıklıkları, eşitsizlikleri ve adaletsizlikleri anlatıldığında; başka bir dünyanın mümkün olduğu söylendiğinde, alınan tepki artık doğrudan karşıt tepki değil, “doğru ama…”, “güzel ama…”, “iyi dersin de…” şeklindedir. “Ama” bağlacından sonrası da “nerde”, “kim yapacak”, “bırakırlar mı” şeklinde gelmektedir.
Eğer böyleyse, elbette ideolojik-siyasal motiflerle de bezeli, ama temelde belirli bir insanlık durumuna özgü zaaftan söz etmek gerekir.
İki başlıkla devam edip bitirebiliriz.
Birincisi, Türkiye sosyalist hareketi, ister “popülizm”, ister “yoksulluk edebiyatı” densin, kimseye kulak asmadan kapitalizmin günümüzde daha da çeşitlenen sömürü mekanizmalarını dillendirmeye, insanların gözüne gözüne sokmaya daha fazla ağırlık vermelidir. Bu anlamda “60’lara dönmede” hayır vardır.
İkincisi: Türkiye sosyalist hareketi, bütün bunları işyerinde, mahallede, taşrada, köyde anlatacak, kendi insani rönesansını gerçekleştirip başka bir insanlık durumuna geçmiş mahalli unsurlar yaratmak, bulmak ve harekete geçirmek zorundadır.
Siyasi analizlerimiz, durum tespitlerimiz, ülkenin ve dünyanın geleceğine ilişkin öngörülerimiz kuşkusuz çok yönlü, derinlikli ve doyurucu olmalıdır; yeri geldiğinde dolayımlara, metaforlara, özel adlandırmalara, tarihsel referanslara vb başvurmalıdır. Ama kapitalizmin gerçekliklerinin bu ülkede yalın ve doğrudan içerikleriyle, adeta “beni anlatın” davetiyle insanları sarıp sarmaladığını unutmadan.
“60’lara dönmede” bir de bu bakımdan hayır vardır.

(SolHaber)

Metin ÇULHAOĞLU | Tüm Yazıları
Hits: 1808