Yobazlık jandarması Ramazan magandaları

~ 24.08.2011, Nihat BEHRAM ~
Karıma, “Tatil dönüşü biriki gün İstanbul’da konaklasak da kardeşlerimiz ve arkadaşlarımızla hasret gidersek!” dediğimde, öyle bir baktı ki, sanarsın “Kirpinin üstüne oturur musun?” diye sormuşum!
Eh, kendi açısından haklı. Geçtiğimiz yıl, tatil yine Ramazan’a denk gelmiş, dönüş yolunda konakladığımız İstanbul’da, kirpinin üstüne oturmasa da, yobazlığın envai çeşidi ve Ramazan magandalarıyla tanışmıştı!
İstanbul’ a varınca aradığım Edip, güneş parıltılı ipek sesiyle “Şairim, hiçbir yere söz verme, akşam birlikteyiz!” demişti. O gün Ayten ve Edip Akbayram’la kucaklaşmaya gittik. Buluştuğumuz lokanta, İstanbul’un ‘mutena’ semtlerinden Moda’nın ‘mutena’ mekânlarından biriydi. Ama, dinci siyasetin kıskacında ve yobazlığın itinayla kurumsallaştırıldığı bir ülkede, mekânınız ‘mutena’ olsa ne yazar, olmasa ne?
Karım bir bardak beyaz şarap istemişti. Edip, şarabın gelmeyişini ‘garson unutkanlığına’ yordu ki, incelikle, “Bir de beyaz şarabımız vardı!” diye anımsattı. Garson, “Niyetli müşterilere saygı nedeniyle iftar saatlerinde alkol vermiyoruz!” diye zırvalamaya başlayınca, Edip’in sabırla öfke arasında gerildiğini hissettim. Kendimi tutamayıp, “Niyetliye saygının yolu niyetsize saygısızlıktan mı geçiyor? Ayrıca, alkole günah biçen birinin içki içilen lokantada ne işi var?” diye söylendim. Edip yine de inceliğini bırakmadan, “Hanımefendinin şarabını lütfen hemen getirin!” diye uyardı. Az sonra şarap gelmesine geldi de, bu kez de ‘illegal’ kılıfında, su bardağında getirildi. Akılllarınca karım şarabı baktırmadan, ‘niyetliye’ çaktırmadan içecekti! Garsonbaşı Edip’e eğilip “İftar geçene kadar bununla idare etseniz!” diye vızıldadı. Yani: dinci yobazlık, Edip’in incelik yuvası aydın kişiliğine karasinek gibi konmaya yeltendi. Edip de tükürüp attı: “Başkasına duyulan saygı, konuklarıma saygısızlık içeriyorsa, bunu terbiyesizlik sayarım!” dedi. Benim korktuğumsa, böyle ilkelliklere, böyle hödüklük ve yavşaklıklara asla tahammülü olmayan Ayten’in patlamasıydı ki, o da patladı. Ayten’in öfkesi karşısında garsonun benzi şeftali kırmızısına, şefininki seccade yeşiline döndü! Karımsa, sanki her şey onun başının altından çıkmışcasına sarardı! “Vay ki vay halimize, dedi Ayten, Moda’da bu oluyorsa, gerisini sen düşün!”
Ertesi gün yaşadığımız ise akşamkinin üstüne tüy dikti! Taksim’den bindiğimiz taksiyle, dur kalk Beşiktaş’ta giderken, ‘nefislerini terbiye etmek için’ tuttukları oruçları başlarına vurmuş terbiyesizler sürüsünün kavgası arasında kaldık. Kaplumbağa hızıyla yürüyen trafikte, iftara çakal hızıyla yetişme yarışı yapan magandalar sopalarla birbirlerine girdiler. Küfür ve korna sesleri eşliğinde, iftara yetişme yarışındaki açların saldırısını izlemeye koyulduk. İçinde tutuklu kaldığımız aracın camına dek kan sıçradı. Karım korkudan kupkuru olmuş bir sesle “Acaba eve dönebilecek miyiz?” diye inleyince, aracımızın şöförü “Bayan ne istiyor?” diye sordu. “Birşey istemiyor, korktu!” dedim. “Biraz kalsın, alışır; iftar saatinde bunlar normal!” dedi. “Barbarlığa ve ilkelliğe alışmak gibi bir niyetimiz yok!” dedim. Şöförün yüzü biraz asıldı! Karım, kavga havası sezip, sakin olmam için beni uyardı. Şöför yine kulak kesilince, karımın sözünü, “Bunların kitabını okuyunca imrenmiştim, gelip görünce iğrendim!” diye anlayacağı dile çevirip konuşmamızla ilgili merakını gidermeye çalıştım! Dönüp uzun uzun baktı karıma. ‘İftarı bizimle mi açmaya niyetleniyor?’ diye pirelenip ‘yenmeye’ hazırlık duruşuna (yani karşı vuruş hazırlığına) geçtim. Neyseki döndü önüne...
Ramazan ayı geldi mi ahlaksızlıkta, magandalıkta, haddini bilmezlikte ‘ucuzluk sezonu’ başlıyor! Küfür zaten bedava! Kurban ayında hayvana dönük vahşetin bini bir para da, Ramazan ayında insana dönük dehşet sanki ondan pahalı mı? Oysa ki, Müslüman aleminde Ramazan ‘nefsin terbiye edilme ayı’ diye tanımlanır. Ama şu hale bak! ‘Gel yarış!’ desen, ayı bile gelip Ramazan ayı magandalarının ilkelliği ve terbiyesizliğiyle yarışmaya utanır!
Demek ki ‘nefsin terbiye edilme’ yolu, bunların kitabında terbiyesizlikten geçiyor. Geri geri gelen kamyon sürücüsüne ‘Gel, gel!’ diye yardımcı olan park değnekcisi gibi, ‘toplumsal geriye gidiş’ yobazlığının da değnekçileri var. Yazdıkları gazetelerde “Gerçek müminler, kamuya açık yerlerde dine aykırı davranışlara müdahale etmekle yükümlüdür!” diye fetva veren ulema takımının, dinci yobaz sürüsünün, şeriatçı hacı hoca bozuntusunun, Ramazan geldimi tüyü kabarıyor! Her biri bir medya köşesinde, geri vitese geçmiş topluma ‘Gel gel!’ diye delleniyor da delleniyor!
Kiminin yumruğu şortlu kızın gözünde, kiminin sopası sigara içenin yüzünde; kiminin laneti oruçsuzun izinde; kimi cennet kapısının bekcisi, kimi şeriat tetikçisi; kimisi devrimci sanatçının mezarına bile saldıracak denli şerefsiz, kuduz sürüsü; kimisi şalvarından sarığına dek yozluğun, yobazlığın irisi...Tamamı dinci faşist sistemden besleniyor. Bizden de, ‘Ayların sultanı Ramazan geldi, hoş geldi!’ dememiz bekleniyor!
Oldu olacak, ‘Nefsin terbiye edilme zamanı’ olan bu ‘kutsal’ ayın ‘kutsiyetini’ zedeleyenlere karşı ‘yetkililer’ daha ciddi önlemler alsınlar! Sözgelimi, oruçsuzun ağzı dikilebilir, elleri kırılabilir. Tıpkı, kölelik döneminde okuma yazma öğrenmeye hevesli kölelerin ağızlarını diktikleri, parmaklarını kırdıkları gibi. Hazır, tarihte böyle örnekleri de var. Ne bekliyorlar? Açlıkla nefsini terbiye eden gerçek mümini kışkırtan her şeye, caydırıcı gücü olan cezalar getirilebilir. Sucudan sucukçuya sokak satıcılığı ‘terör eylemi’ kapsamına alınabilir. Ramazanda alkol izni külliyen iptal edilebilir. Bütün lokantaların açık olma süresi, iftar saati ile sahur davulcusu ve imamın sabahın köründe minareden nefesinin son kertesiyle bağırması arasında sınırlanabilir. Maliye ve belediyenin ‘yemeyi’ çağrıştıran ‘ye’sinde, ‘nefsin terbiyesi’ gibi bir ölçü olmadığı için, bu kurumlar hariç, tüm kurum, kuruluş ve sözler, ‘özel yetkili imamlar’ca denetlenebilir. Sözgelimi, bu kutsal ayda şort giyen Kadriye’nin katli neden vacip olmasın? Adının ‘ye’ takısı yetmezmiş gibi bir de şort takıntısıyla dolaşacak! Yetkili imam ona ‘katli vacip’ demesin de kime desin?
Merak etmeyin: Yobazlık jandarmaları ve açlıkları başlarına vurmuş magandaların barbarlığı karşısında böyle eli kolu bağlı beklenirse, sonunda o günler de gelecek! Evet, eli kolu bağlı pasif savunma hali, ilkelliğe teslim olmayı beklemektir. Pasif savunma halinin uygarlığı savunmaya gücü yetmez. Şahsen ben, pasif savunma halinin de yenilgi hali olduğunu; savunmayı olanca güçle karşı atağa yükseltmeden kazanmanın mümkün olmadığını düşünmekteyim. Aktif karşı dövüş vermeksizin, pislikten yakınmakla yetinmek, giderek o pisliğe alışmayı getirir. Başka çare yok: insan yakındığı şeye karşı dövüşmeyi bilecek!
Ramazan’la birlikte, sanki ‘açlıkla nefsin terbiye ayı’ değil de, ‘açlığı başına vuran’ magandaların terbiyesizlik yarışı başlıyor; ya da yobazlık jandarmalığına başvuru dönemi! İşin iç yüzünü bilen için bunda anlaşılmaz bir şey yok! Anlaşılmaz olan: gerçek açların başına açlığın bir türlü vurmaması; oldum olası açlığın kıskacında yaşamaya çalışan yoksul emekçi halkın rüzgârsız, dalgasız, çağlamasız şu sabır kuyusu hali....

(SolHaber 24.08.2011)

Nihat BEHRAM | Tüm Yazıları
Hits: 2447