Türk yargısı hiç böyle eleştirilmemişti

~ 17.07.2011, Sedat ERGİN ~

“YARGI erkinin yargılama yaklaşımında kökten bir değişiklik olmadıkça...” diye başlıyor Avrupa Konseyi'nin İsveçli İnsan Hakları Komiseri Thomas Hammarberg, raporunun 39'uncu paragrafına...

Şöyle devam ediyor bu paragraf: “... Ceza Kanunu ve Terörle Mücadele Kanunu'nda şu ana kadar benimsenen yasal değişikliklerin, Türk hakim ve savcıların Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin (ifade özgürlüğüyle ilgili) 10'uncu maddesine ilişkin yaptıkları benzer ihlalleri önlemede tek başına yeterli olmadığı anlaşılmaktadır.”
Basın özgürlüğü alanındaki sorunları yerinde incelemek üzere geçen nisan ayında Türkiye'yi ziyaret eden Hammarberg, bu sorunların önemli bir bölümünün doğrudan yargıdan kaynaklandığı görüşünde. Basın özgürlüğü raporu, bir noktadan sonra yargının zihniyetine, uygulamalarına ilişkin eleştirel bir metne dönüşüyor.
AİHM İÇTİHATLARINA UYMUYORSUNUZ
Hammarberg'ün temel eleştirilerinden biri, Türkiye'nin AİHM'in son 10 yılda verdiği ifade özgürlüğüyle ilgili kararlarına konu olan ihlalleri durdurmak için önlem almamasıdır.
Zaten Komiser'e göre, gazetecilerin cezai takibata uğramaları ve tutuklanıp özgürlüklerinin kısıtlanması gibi tasarruflardaki artış, önemli ölçüde AİHM kararlarında tespit edilen ihlallerin etkin bir biçimde ele alınmamış olmasından kaynaklanıyor. Bu durumdan “sistematik bir bozukluk” olarak söz ediyor Hammarberg.
Bu noktada sorunun bir boyutunda yasal çerçevenin AİHM karşısındaki yetersizliği yer alıyor. Hammarberg, bu çerçevede spesifik olarak 12 Eylül Anayasası'na, Türk Ceza Kanunu ve Terörle Mücadele Yasası'na işaret ediyor, sorun yaratan ve değiştirilmesini talep ettiği maddelerin ayrıntılı bir dökümünü veriyor, ayrıca yeni bir anayasa ihtiyacını vurguluyor.
ADALET YÖNETİMİNDE SİSTEMATİK SORUNLAR
Hammarberg'e göre, sorunun ikinci boyutu ise doğrudan yargının işleyişi ve yargı adına karar veren kişilerin zihniyetiyle ilgilidir.
Komiser, bu başlıktaki sorunları “Türk Yargı Sisteminde İfade Özgürlüğünü Etkileyen Ciddi İşlevsel Bozukluklar” başlığının altındaki bölümde değerlendiriyor. Bu bölümün girişinde şu ifade yer alıyor: “Türkiye'de adalet yönetiminde uzun süredir devam eden bir dizi sistematik sorun mevcuttur. Komiser, bu durumun medya özgürlüğü de dahil olmak üzere Türkiye'de ifade özgürlüğü üzerinde yarattığı ciddi etkiden endişe duymaktadır.”
Komisere göre, AİHM'nin ifade özgürlüğüne ilişkin 10'uncu maddesiyle ilgili ihlallerin çoğu, gerek savcıların gerek hakimlerin ifade özgürlüğüne ilişkin öncelikle mevcut yasa maddelerini yorumlarındaki orantısızlıktan kaynaklanıyor.  Savcıların “kendilerini kısıtlamadan mesnetsiz olduğu aşikar davaları bile açabildiklerini” belirtiyor Avrupa Konseyi temsilcisi.
Konu dönüp dolaşıyor, her seferinde AİHM içtihatlarının içselleştirilmemesi sorunsalına geliyor. Mahkemelerin, özellikle de yüksek mahkemelerin “AİHM standartlarını içselleştirmede daha çok gayret sarf etmeleri gerektiğini” belirtiyor Hammarberg ve “hakim ve savcıların sistemli bir şekilde eğitilmelerinin önemini” hatırlatıyor.
BEŞİKTAŞ ADLİYESİ'NE AÇIK MESAJLAR
Türkiye'deki pek çok kuruluş gibi, Hammarberg de tutukluluk sürelerinin uzunluğundan şikayet ediyor, bunu yargı sisteminin “en büyük sorunlarından biri” olarak gösteriyor.
Komiserin en çok eleştirdiği uygulamalar, özel yetkili mahkemelerin kararlarında, özellikle de Beşiktaş Adliyesi'nde karşımıza çıkan durumlardır. Bunlardan biri, mahkemelerin kefalet, yurtdışına çıkma yasağı gibi alternatif kısıtlama önlemlerine itibar etmemesidir.
Tutukluluğa itirazların çekişmeli duruşmayla yapılmaması, sanıkların aleyhlerindeki delillere ulaşmada karşılaştıkları sorunlar diğer “kaygı” konularıdır.
Komiser, özellikle bir konuda “derin kaygı” belirtiyor. Bu, savcı ve mahkemelerin (12. Özel Yetkili Ağır Ceza) gazeteci Ahmet Şık'ın henüz basılmamış olan “İmamın Ordusu” başlıklı kitabına el koyma kararıdır.
Hammarberg raporunun önemi, Türk yargısının işleyişini Avrupa hukuk normları açısından kapsamlı bir analize tabi tutmasıdır. Bu analiz, ne yazık ki Türk yargısı ile Avrupa hukuk normları arasındaki makasın açıldığını gösteriyor.
Raporun çarpıcı bir sonucu, özel yetkili ağır ceza mahkemelerinin artık Avrupa'nın en önemli insan hakları otoriteleri tarafından da “kaygı” ile karşılanan bir sorunlu alan olarak görüldüğünü ortaya koymasıdır.

 

(Hürriyet 16.07.2011)

Sedat ERGİN | Tüm Yazıları
Hits: 1790