Av. Feyzi Çelik yazdı: 72 Günlük Ortak Lüks ? Paris Komünü

~ 11.10.2019, Av.Feyzi Çelik ~

“Ortak lüks, ne onun etrafını kuşatan (Fransız) burjuva lüksüdür ne de ondan sonra ortaya çıkıp yirminci yüzyılın ilk yarısına hakim olan faydacı devletçi kolektivist deneylerdir. Komünün muhayyilesi enternasyonalist bir ufku olan yerel özerk birim ölçeğine dayalı olarak çalışıyordu.”(*)

1871’den bu güne uzun yıllar geçti. Devrimler, karşı devrimler ve savaşlar yüzyılı olan yirminci yüzyıl geride kaldı. Milenyum denilerek umutla başlanan XXI. yüzyılda, savaşlar büyüklüğünden bir şey kaybetmeden toplumun en küçük birimini bile içine çekerken, XIX. ve XX. yüzyıllara damga vuran sol, sosyalist/komünist düşüncenin etkinliği giderek azaldı. 2020’li yılların şafağında olduğumuz günümüzde, solun geri çekilişinin etkileri, din/mezhep savaşları, terör, göç şeklinde kendisini göstermeye devam ediyor. Küreselleşen kapitalizm sorunları da küreselleştiriyor. Endüstrileşmenin zirvesi olan XIX. yüzyılın ikinci yarısında yaşanan Paris Komünü bu bakımdan küreselleşen kapitalizme karşı Paris ölçeğinde bir ayaklanmaydı. 72 gün süren bu başkaldırı, sıradan bir ayaklanmanın ötesinde anlamlara sahiptir. İşçi sınıfı ve ezilen tüm toplumsal kesimler ilk kez yönetici konumuna geldiler. Daha doğrusu egemen sınıf ilk kez yönetimin dışına itilmekle kalmamış, temsil ve yönetim organları devrimci bir tarzda dönüştürülmüştü. Yıllar geçmesine rağmen Paris Komünü üzerine konuşulmaya, yazılmaya devam ediliyor. Paris’te o yıl ne oldu, Komünarlar nasıl mücadele ettiler, Komünarların eksiklikleri neydi, Paris Komünü bir zafer mi yoksa bir yenilgi miydi? Kristin Ross, bütün bu soruları yeniden sorarak, geniş bir bakış açısıyla Paris Komününü Ortak Lüks adlı kitabında anlatma yolunu seçmiş.

Ortak Lüks’ü, 1871 Paris Komününü beslemiş ve Komünden sonra da devam eden “ortak muhayyile” olarak tanımlayan Ross, kitabında, bir yandan önderliğini işçilerin yaptığı ayaklanma sonucunda oluşturulan Paris Komününde 72 gün boyunca Paris şehrinin özerk bir komüne dönüştürülmesini, şehrin toplumsal hayatının ortaklaşma ve işbirliği ilkelerine göre düzenlenişini ele alırken, diğer yandan yönetici elite ayrılmış güç ve yetkilerin sıradan insanlar tarafından kullanılmasının yarattığı şokun, devletin onlara karşı giriştiği gaddarlığın boyutunu ortaya koyar. Paris Komününü hem “yaşantıya dair”, hem de “kavramsal bir manzara” olarak niteleyen yazara göre, yaşantıya dair olması demek, kullanılan malzemeleri, asiler ve yol arkadaşlarının gerçek sözlerini, takındıkları tavırları ve gerçekleştirdikleri fiziksel eylemleri, kavramsal olması demek ise bu söz ve eylemlerin bir dizi mantığı üretmiş olmasıdır.

Ortak Lüks, Paris Komününü yeniden gündeme getirirken, tarihi ve siyasi bir gerçekliği ele almakla yetinmiyor. Paris Komünü döneminde yaşanan sorun ve kaygıların benzerlerinin günümüzde de yaşandığını belirtiyor, enternasyonalist bir konjonktürün nasıl oluşturulacağı meselesini, eğitimin geleceğini, emek ve sanatın statüsünü, komün biçimini ve bu biçimle ekolojik teori ve pratik arasındaki ilişkiyi ele alarak, Paris Komününün benzersiz hazinelerinden hareketle şu tespit yapıyor: “Bugün insanların kapitalizmin güncel biçimi altında -işgücü piyasası çökmüş, enformel ekonomi büyümüş ve aşırı-gelişmiş dünyanın toplumsal dayanışma sistemleri aşınmışken- yaşama biçimlerinin, Komünü teşkil eden ve çoğu zamanlarının büyük kısmını çalışarak değil, çalışılacak iş arayarak geçiren on dokuzuncu yüzyıl emekçileri ile zanaatkarlarının çalışma koşullarına benziyor.”

Ross’un çalışması, ne resmi devlet komünizminin, ne de ulusal/resmi Fransız Cumhuriyet tarihyazımına dayalı olmamakla birlikte yeni ve dayatmacı bir tarihyazımını dayatma anlayışında değildir. Ross, komünizm ve anarşizm konusunda bilinen klişelerin tersine komünizm ve anarşizm arasında çatışma olmadığını, “anarşist komünizm”e dair, komünist ve anarşistlerin Komündeki ortak rollerini örneklerle ortaya koymaktadır.

Ross’a göre, Paris Komünü’nün bize bıraktığı muhayyile ne ulusal cumhuriyetçi orta sınıfa ne de devlet güdümlü bir kolektivizme aittir. Ortak lüks, ne onun etrafını kuşatan (Fransız) burjuva lüksüdür ne de ondan sonra ortaya çıkıp yirminci yüzyılın ilk yarısına hakim olan faydacı devletçi kolektivist deneylerdir. Komünün muhayyilesi enternasyonalist bir ufku olan yerel özerk birim ölçeğine dayalı olarak çalışıyordu. Kristin Ross, kitabında Komün’e atfedilen ulusal anlatıların yanlış olduğunu, “Başkentte Evrensel Cumhuriyet bayrağı altında gerçekleşen bir ayaklanma olan Komün olay olarak da, siyasal kültür olarak da ulusal anlatı ile dikiş izi bırakmaksızın bütünleştirmeye her zaman direnmiştir.” sözleriyle ifade eder.

Kitapta Komünden sonrası anlatılmıyor. Komünün başlangıç noktasını ikinci imparatorluk döneminde tarihteki ilk izinsiz halk toplantısının tarihi olan 19 Haziran 1868 olarak gösteriyor. Aynı yılın sonbaharında Chateau-d’eau’daki Vaux-Hall Balo salonunda ‘suni çiçek ve yaprak imalatçısı olan 46 yaşındaki Louis Alfred Briosne diye birinin “Citoyennes et citoyens!” (Yurttaşlar, yurttaşlar!) hitabıyla başlayan konuşması üzerinde duruyor. Ona göre, “Citoyennes et citoyens!” seslenişi ulusal aidiyeti işaret etmiyordu. “Citoyen” ismi eski ve siyasi geçmişin bir başka anında ortaya çıkmış bir isim olabilir olmasına, ama bu örnekte yinelenmesi müşterek bir siyasi özgürleşmenin şimdi’sini, günümüzün rahatsızlık verici mücadele biçimini yaratmaktadır. Dinleyicileri şimdinin parçası olmaya çağırmaktadır. O halde citoyen, citoyenne, bir dizi özdeşsizleşme/kopuş -devletten, imparatorluktan, polisten ve “honnetes gens” denenlerin dünyasından kopuş üzerine kurulu bir özneyi celp etmektedir. Asıl mesele ekmek, yani mülkiyet meselesiydi, hangi konudan bahsediliyorsa bahsedilsin asıl konu buydu. Evrensel Cumhuriyet, imparatorluk bürokrasisinin öncelikle ve düzenli ordusu ile polis kuvvetlerinin lağvedilmesi anlamına geliyordu. Citoyenlere hitap, her ülkeyi kralın pençesinden kurtarmanın yetmeyeceğini, onların diğer ülkelerin hakimiyetinden de kurtarılmasını, birbirlerine sempati ile bakan halklardan düşman yaratan sınırların ortadan kaldırılması gerektiğini ifade ediyordu.

Yazar, Komünarlar tarafından şiar edinilen Evrensel Cumhuriyet sözünü 1789 devrimi sırasında yaşanan kısa bir enternasyonalizm anına borçlu olduğunu söyleyerek devrimler arasındaki bağlantı ve sürekliliğe dikkat çekmekle birlikte, bu söze farklı anlamlar yükler. Aslında bu sözün yaratıcısı olan Anacharsis Cloots, Fransız Devrimini enternasyonalist gerekçelerle desteklemişti, ama bu Cloots’u giyotinden kurtaramamıştı. Komünarlar tarafından söylendiğinde 1789 burjuva Devriminin ilkelerine dönmeyi filan ima etmek şöyle dursun, Fransız Devriminin mirasından gerçek bir işçi sınıfı enternasyonalizmi yönünde kopmalarına karşılık gelir. Komünarlar bu sloganı kendi amaçlarına göre ne ölçüde yeniden işlediklerini üç önemli Eylem’le göstereceklerdir. 10 Nisan’da Voltaire Meydanında bir giyotinin yakılması, 16 Mayıs’ta Napoleon’un emperyalist fetihlerini yüceltmek amacıyla dikilmiş Vendome Sütununun tahrip edilmesi ve 11 Nisan’da Kadınlar Birliğinin kurulması. Çoğunlukla kadınlardan oluşan bir grubun, bir giyotini Voltaire heykelinin altına taşıyıp ateşe vermeleri, devrim ile darağacı arasında kurulabilecek her türlü eşdeğerliliği veya eşitliği reddettikleri anlamına gelmektedir. Vendome Sütununun tahribi ise Komünar Benoit Malon’a göre, halklar arasındaki savaşların mahkum edilmesi ve enternasyonalist dayanışmanın teşviki amacıyla gerçekleştirilmişti.

Dönemin iki önemli düşünürü olan Marx ve Çernişevski arasında bir hat çekmeye ve bağlantı kurmaya girişen ve bunu hem teoride hem de eylemde yapan Kadınlar Birliğinin kurucusu yirmi yaşındaki Rus Elisabeth Dmitreff’in çalışmalarının yer verildiği kitapta, Dmitreff’in Komünden önceki üç ayı Londra’da, Marx’ın çalışma odasında neredeyse her gün kırdaki geleneksel Rus örgütlenmeleri obşina ve artel hakkında, bunların başta Çernişevski olmak üzere Rus popülistleri tarafından kavramsallaştırılması tarzları hakkında tartışmalarından da söz ediliyor. Ross’a göre, Dmitreff, Marx’ın iktisat teorileri ile Çernişevski’nin geleneksel köylü komününün özgürleştirici potansiyeline duyduğu inancı teorik olarak birleştirmenin bir yolunu bulmayı amaçlıyordu.

Marx’ın Paris Komünü devam ederken sarf ettiği “Paris İngiliz toprak sahiplerinin, İrlandalı bakaya kaçaklarının, Amerikalı sabık köle sahipleri ve züppelerin, Rus sabık serf-sahipleri ve Eflaklı boyarların buluşma yeri değildi artık.” sözüne yer verildiği kitapta, Paris Komünü içinde “yabancı unsur” arayan egemenlerin söylemleri de sorgulanıyor. 1870 Temmuzunda Prusya’ya savaş ilan edildiğinde, Enternasyonal örgüt üyeleri sosyalist bir muhitte ilk kez olmak üzere anti-şovenist bir tutum benimseyerek “Dünya barışı, Avrupa’daki denge ve ulusun şerefi bahanesiyle bir kez daha, siyasi ihtiraslar tarafından tehdit ediliyor. Biz Fransız, Alman ve İspanyol işçileri tek ses olarak savaşı kınıyoruz.” “Bizler bugün Prusyalılar tarafından işgal edilip yağmalanmaktan şikayet ediyoruz ve haklıyız. Ama şu anda bize yapılan şeyi bizim de başkalarına yaptığımızı unutmamamız lazım. Kırım’a, Çin’e, Roma’ya, Meksika’ya gidip bizlerle barış içinde yaşamaktan başka bir şey istemeyen insanlarla savaştık.” Kuyum işçisi ve Enternasyonal üyesi Tolain sürekli Cezayir meselesini gündeme getiriyordu. “Fransızlar bu ülkeye medeniyet değil sefalet ve kölelik götürdüler.” Bir başka konuşmacı, “Afrika ancak kendi kendini yönettiği zaman kalkınacak.” Sosyalizmin hiçbir milli yanı yoktu, sosyalizmle burjuva parlamentarizmini karıştırmak mümkün değildi.

Benoit Malon’un görüşlerinin de yer verildiği kitapta, Paris Komünü, Fransız ulusal tarihi içinde yer alan bir olay olarak görülmemektedir. Tam tersine, Komünarlar Britanya kapitalizmine karşı Hintlilerin ayaklanmasını, Kuzey Amerika’da kölelerin özgürleşmesini, İrlanda, Macaristan ve Polonya’daki isyanları desteklemişler; Rusya’da serfler için özgürlük umudunun ufukta belirdiğini görmüşlerdir. Bu ifadeler, Komünün dünya çapında devasa bir tablonun bir parçası olduğunu ortaya koymaktadır. Komünün askeri yöntemlerle gaddarca bastırılması da, ordunun yurtdışında öğrendiği bir dersin ürünüdür. Jules Favre’ın 1871 Temmuzunda ilan ettiği gibi, “Bunların cemiyetleri (Enternasyonal) dev bir Mason teşkilatı gibi Avrupa’nın tamamını kapsıyor… onlardan nefret etmek, onları cezalandırmak yetmez, tohumlarını arayıp bularak yok etmek lazımdır.” Bu nutuk, egemenlerin kendi aralarında ortak nitelikler taşıdıklarının göstergesidir.

Kitapta, Birinci Enternasyonali mahveden şeyin Marksistler ile anarşistler arasındaki çatışma olduğu yolundaki yaygın varsayımın kısmen doğru olduğu, Enternasyonal’in ölümünün gerçek nedeninin, Komünün ardından gelen reaksiyon dalgası, 1880’lerle 1890’lara kadar yayılan kıta çapındaki bir karşı-devrim olduğu tespitinde de bulunuluyor.

Komünü “eylemde eşitlik yaşantısı” olarak niteleyen Ross’a göre Komün, devlet bürokrasisine yönelik sıradan erkeklerle kadınların icra ettiği bir dizi sökme eylemiydi. Ona göre bu sökme eylemlerinin çoğu bürokrasinin merkezini oluşturan okullara yönelikti. Komünün aynı zamanda, sanatçıların ve sanat işçilerinin sanatsal üretimi devlet kontrolünden kurtarma işini üstlendiğini ileri süren Ross, bununla Komünün eğitime bütünsel bir anlayış içinde yaklaştığını, kafayla kol arasındaki ayrımı aşacak bütünsel bir eğitimi savunduğunu, bunun Elisée Reclus ve Pyotr Kropotkin gibi eski komün mensuplarının fikriyatı üzerinde etkili olduğunu söyler.

Kitabın “Kuzey Edebiyatı” bölümünde, Pyotr Kropotkin’in İsveç ve Finlandiya üzerine coğrafi araştırmalar yaparken, bu ülkelerin feodalizm ve kapitalizmin etkisinden uzak oluşunu fark etmiş ve buralardaki yaşam ile Paris Komünü arasındaki benzerlikleri tespit ederek, Paris Komünü üzerinde kafa yorması üzerinde durulmaktadır. Benzer bir durum Kropotkin gibi bir coğrafyacı olan William Morris’in İzlanda ile ilgili izlenimleri için de geçerlidir. Ross bunu, “1871 yazında Kropotkin’in İzlanda’da William Morris’le arasındaki çarpıcı benzerliğe dikkat çekmekte fayda var. 1871 Temmuzunun ortalarında İzlanda’da yürürken Now tarlalarının kenarlarındaki gevşek taşlar Morris’in aklına yarı yarıya harap olmuş bir Paris barikatını getirir.” sözleriyle ifade eder.

Komünün, tarihe kitlelerin şekil verdiğini ve bunu yaparken sadece fiili gerçekliği değil, teorinin kendisini de yeniden şekillendirdiğini, iyice netleştirildiğini örneklerle anlatan Ross’a göre, bir mücadeleyi analiz etmek için feci çalışma koşullarının acıklı tasvirlerini sunmak yeterli değildir. Sırf büyük can kaybı nedeniyle Komün trajedi olarak nitelenemez.

Komünün ardından Morris, Marx, Reclus, Kropotkin ve diğerlerini birleştiren ve aralarında çapraz kesişmeler olmasını sağlayan şey, her birinin kendisi için seçtiği siyasi etiket ne olursa olsun, yerel düzeyde var olan özgür birliklerin gönüllü olarak meydana getirdiği büyük bir federasyona dayalı bir toplumsal dönüşüm anlayışıdır. Bu bakımdan Paris Komünü’nün kendini devletin iktidar ve otoritesinden kurtarmasının ardından, komünal özerkliğe ve bu özerk birimler arasında kurulan gevşek bir federasyona ya da birliğe dayalı yeni bir devrim anlayışının geliştiğinden bahsedebiliriz. Tıpkı bu düşünürlerin her birine göre gerçek bireyciliğin ancak her bireyin ortak iyiye yapacağı katkıya ihtiyaç duyan ve değer veren komünizmle mümkün olabilmesi gibi gerçek lüks de ancak ortak lüks olabilir.

Kristin Ross, “Ortak Lüks” diyerek toplumda solun ortak hayal ve özlemlerine geniş bir perspektiften dikkat çekerek önemli bir çalışmaya imza atmıştır. Kitap, sol ve sosyalist düşüncenin bilinen isimlerinin Komün üzerindeki etkileri ve Komünün kendileri üzerindeki etkileri üzerinde dururken, kitabı asıl değerli kılan husus, Komünün unutulmuş kahramanları olan Komünarların yaşamlarını, eylemlerini, söylemlerini bir muhayyile içinde okuyucuya sunmuş olmasıdır.

AV. FEYZİ ÇELİK  – ARN NEWS


 

Av.Feyzi Çelik | Tüm Yazıları
Hits: 4355