Güvence: Fermanla değil hukukla işleyen yargı

~ 21.03.2016, İzzettin ÖNDER ~

Hukuk, bireyi diğer bireylerle ilişkilerinde emniyet ve güven sağlayabildiği ve karşılıklı hakları güvence altına alabildiği için, bu işlevleri hakkıyla yerine getirebildiği derecede uygulanabilir kurallar olarak meşruiyet kazanır. Hukuk, birey ile devlet arasındaki ilişkilerde de özellikle bireyin haklarını güçlü devlete karşı koruyabildiği ve bireyin eylem ve ifade özgürlüğünü devlete karşı savunabildiği derecede meşru ve uyulabilir kurallar dizisi olarak görülür. Günümüzde siyasiler tarafından sıkça tekrarlanan “istikrar” sözcüğünün çağdaş toplumlarda sosyoloji alanındaki ifadesi, bireyin olağan davranışlarının ancak açık ve sarih olarak tadad edilmiş hukuk hükümleri ile sınırlandırılabilir olması olarak anlaşılır. Aksi halde, hukuk yolunun kapandığı ya da siyasilerce manipüle edildiği durumda, elindeki türlü ideolojik ve baskı araçları ile bireye karşı tartışmasız büyük güç olan devlet başat olur ve kısa dönemde görünür istikrarın altında uzun dönemde patlamaya hazır devasa bir kargaşa potansiyeli kuluçkaya yatar.

                Yazılı hukuk kuralları ve onların yanında tarihten süzülerek gelen gelişmiş teamül, örf ve adetlerin tümünde toplumun yaşamı ve gelişmesi için zaruri uygulama usul ve yöntemleri gizlidir. Devlet yönetimine ait kuvvetler ayrılığı ilkesi, üniversite gibi bilim ve araştırma kurumlarının yönetsel özerkliği yanında, toplumsal yaşam alanında, düşünme ve ifade özgürlüğü, gösteri yapma özgürlüğü vb gibi tüm özgürlük alanları, salt bireysel özgürlüklerin sembolü olmayıp, aynı zamanda toplumsal gelişmenin de selameti ve istikrarı açısından zamanla kazanılmış ilkelerdir. Ülkelerin sosyolojik açıdan gelişmişlik düzeyinin önemli bir göstergesi de, pozitif hukukun dar kalıplarının zamanla mantıksal yorumlarla beslenmiş yargı kararlarıyla geliştirilmiş içtihada evirilmesinin genişliğidir.

                Ülke yönetiminde zaafa düşen iktidar kendisinden farklı düşünenleri, halkların birlikteliğini ve barışı haykıranları “vatan haini” olarak görüp, günah keçisi ilan ederek tek egemenin kendisi olduğu hayali ile avunurken, yanlış ve toplumu bölücü politikaları ateşleyerek ülkeyi ve halkları tehlikeli alanlara savurmaktadır. Oysa unutulmaması gerekir ki, barış ve kardeşlik ülke bütünlüğüne, nefret söylemleri ve çatışma ise ülkenin bölünmesine hizmet eder. Toplumsal yönetimin etkinliği açısından düşünme ve ifade özgürlüğü “geri bildirim” alma adına yöneticiler için fevkalade önemli ve değerli hazine kaynağıdır. Barış bildirgesini imzalayan akademisyenlerin terörü desteklediği gibi abes savlardan kafamızı kaldırıp, bir yandan metinde ifade edilenlere diğer yandan da ülkede yaşanan ıstıraba bakarsak kimin hangi tarafta durduğunu ve neye hizmet ettiğini çok net anlarız. Kim iddia edebilir ki, barış bildirisine imza koyan akademisyenler her gün onlarca can alan teröre destek vermekte ve bu olayların sürgit devamı neticesinde halkların ayrışmasını ve ülkenin bölünmesini hedeflemektedir!

Terör bir tür siyasi dil ise, silahın kimin elinde olduğuna değil, kimin amacının ne olduğuna ve tetiğin kimin çektiğine bakmak gerekir. Ortadoğu’da ciddi düzeyde sıcak atmosfer yaşanmaktadır. Tarafların ABD ve Rusya olduğu bilinmektedir. Egemenler Suriye, Irak ve İran üzerindeki göreli hâkimiyetleriyle bölgedeki manevra alanlarını genişletmeyi hedeflemektedir. Bir zamanların ünlü Büyük Ortadoğu haritasını da göz önüne aldığımızda, Türkiye üzerindeki hesapları çok net görebiliriz. Ne hazindir ki, günümüzün siyasi erki ise iç siyasette yaşanan ya da yaşatılan kargaşadan siyasi getirim sağlamaya yeltenirken, dış siyasette de  “monşerler” topluluğuna itibar etmeyip, kendi ”derin” projeleri ile olayları kavramaya çalışırken algılama mesafeleri ötesindeki planları algılayamamaktadır. Siyasetin miyop algılaması küresel egemenin işine gelirken, özgürlüğüne kavuşacağı hayali ile avutulan Kürt siyasi kadrosunca da, maalesef, kurtuluş fırsatı olarak değerlendirilmektedir.

“Kurtuluş”! Toplulukları büyüleyerek peşinden koşturan gizemli slogan! Ne var ki, böylesi kurtuluşun hangi baskıdan kaçıp, nasıl bir başka baskı altına girmek olduğunun farkına varılamamaktadır. Mücadeleyi götürenler halkları gerçek kurtuluşa değil, farklı ve daha güçlü bir egemenin sömürüsü altına sürüklemektedir. Bu nedenle, günümüzde tüm Ortadoğu topraklarında sürdürülen ve “demokratik” söylem ile yaftalanan görüntüsel mücadele gerçek anlamda bir halk kurtuluş mücadelesi olmayıp, halk topluluklarının küçültülerek kolay yutulabilir lokmalara dönüştürme operasyonudur. Yanlış bilinç havuzunda yüzen toplumlarda egemenin hedefi doğrultusunda güdülenmiş toplumsal kalkışların organik hedefi halkların kurtuluşu olmayıp, emperyalizmin alanının genişletilip, yaşam süresinin uzatılmasıdır.

Toplumlarda düşünen ve kâh siyasete kâh toplum kesimlerine iletilen mesajlar topluma ve siyasete farklı seçenekler sunulması anlamında zenginleştirici olduğu kadar, siyasetçileri sinirlendiriyor olabilmekle beraber, halkların gerçek kurtuluşu yollarının da işareti olabilir. Farklı fikirlerle zenginleşmek istemeyen bir toplumda demokratik açılım değil, egemen olmak isteyen siyasi erkin hâkimiyeti gerçekleşir. Siyasi egemen kadar, siyasi egemen üzerinde baskılı ve etkili olan uluslararası güç de, hâkimiyetlerinin sarsılacağı endişesi ile ülke içinde çok çeşitli çevrelerin düşünce ve ifade özgürlüğüne ket vurur. İfade özgürlüğü içteki siyasi hataların ya da dış güçlerinin ülkedeki hâkimiyetinin billurlaştırılıp yansıtılması olarak görüldüğünden baskılanır. Bundan dolayıdır ki, siyasi erkin tercihi hilafına, ifade özgürlüğünün yanında olmak, halk düşmanlığı değil, tam tersine, halkın yararına ve yanında olmaktır. Yine bundan dolayıdır ki, ifade özgürlüğü adeta supap olarak gelecek patlamaları engelleyebilen toplumsal sigorta işlevi görür. İfade özgürlüğünün siyasilerce ve ülke içine sızmaya çalışan dış egemenlerce engellenmesi karşısında, içinden geçtiğimiz sıkıntılı dönemde, halkın adına söz ve karar yetkisini haiz yargı erki vereceği kararlarla kimin yanında ve lehine olduğunu sergilemek durumundadır, sergileyecektir! Toplumun tek güvencesi ve istikrarının temel desteği fermanla değil, evrensel hukuk kuralları ve toplumsal yarar lehine geliştirilen içtihatlarla karar oluşturan yargı erkidir.          

 

 

solhaber

İzzettin ÖNDER | Tüm Yazıları
Hits: 4358