Can Dündar tutukluyken Cumhuriyet Gazetesi eleştirilemez mi?

~ 18.02.2016, Av. Bilgütay H. Durna ~

Eleştirilebilir. Cumhuriyet Gazetesi yönetimi ile Can Dündar’ın da buna itirazı olacağını sanmıyorum. Ancak ben Cumhuriyet Gazetesi’ni (artık) eleştirmeyi düşünmüyorum. Eleştiri bir yanı ile değer vermekle de ilgilidir. Değer verdiğiniz bir şeye dair doğru bulduklarınızı ve/veya bulmadıklarınızı dillendirebilirsiniz. Bu nedenle, Cumhuriyet Gazetesi’nin geldiği noktaya, özellikle bugünkü işlevine ilişkin görüşlerimi paylaşmaya çalışmakla yetineceğim. (Bu gazete zaten ulusalcı değil miydi diyerek, bugüne dair yapılan eleştirileri önemsizleştirmeye çalışan apolitik yaklaşımlar ise bu yazının konusu değil. Belki başka bir yazının konusu olabilir. Ama çokta gerekli olduğunu düşünmüyorum. Bunlar, memleket AKP eli ile baştan aşağı dönüştürülürken de aynı yaklaşıma sahiplerdi: “Yesinler birbirlerini.”)

Cumhuriyet Gazetesi’nde yaşananlar uzun bir operasyonun sonucudur. Her şey bir sabah birden bire ortaya çıkmamıştır. İlhan Selçuk’un ölümü ile birlikte de düğmeye basılmıştır. Ülkenin siyasi ortamı da buna uygun zemini sağlamış, gazete içinden ve okurlardan da ciddi bir tepki ile karşılaşılmadan, deyim yerinde ise, tereyağından kıl çeker bir şekilde operasyon sonuçlandırılmıştır. (Yaşananların bir sabah birden bire ortaya çıkmadığına ilişkin çokça örnek verilebilir. Benim aklıma ilk gelen, İlhan Selçuk hakkında “Ergenekon Terör Örgütü” şüphelisi olarak soruşturulma yürütülürken, Cumhuriyet Gazetesi’nin imtiyaz sahibi olan Cumhuriyet Vakfı’nın Gazeteye atılan bombaları gerekçe göstererek davaya müdahil olmasıdır. Cumhuriyet’teki bir toplam da Ergenekon soruşturmalarında kontrgerillanın tasfiyesini(!) görmüş, “demokrasi mücadelesi”nin bu evresinde yerini almıştı. Bu siyasi çözümlemenin bugüne evrilmiş hali “demokrasi mücadelesi”ni sürdürmeye devam ediyor.)

Evet, Cumhuriyet Gazetesi’nde yaşanan dönüşüm tamamlanmıştır. Hala 1923 Cumhuriyeti’nin devam ettiğini ya da geri dönüşün yaşanabileceğini düşünenler olduğu gibi, Gazete’nin de tekrar eski günlerine döneceğini düşünenler var. Ancak beyhude bir çaba içerisinde olunduğu söylenmeli. Bu nedenle, doksanlı yıllarda Hasan Cemal eli ile gazeteye yapılan operasyonla da benzerlik kurulması doğru olmayacaktır. Hele, o dönem örnek gösterilerek bu badirenin de (aynı şekilde) atlatılacağını söylemenin bir karşılığı bulunmamaktadır.

Adını doğru koymak gerekiyor. Cumhuriyet Gazetesi, uzunca bir süredir içeride yuvalanmış liberal bir ekip tarafından ele geçirilmiştir. Bu toplamı tek bir siyasi yapıda somutlama çabasına/arayışına girilmemelidir, bu mümkün değildir. Zaten varlık sebepleri de bunu dışlamaktadır. Örgütlerden, kitlelerden çok güç odaklarına dayanmaktadırlar. Kendilerini ifade eden toplumsal karşılıkları yoktur. Zaten bunu aramazlar da. Esas olarak da kendileri bir güç odağı olma, çeşitli alanlarda güç odakları yaratma çabası içerisindedirler. (Belki başkaca örnekleri vardır, benim bildiğim örnek İstanbul Barosu seçimleridir. On yıl kadar önce İstanbul Barosu’nda “toplumsal” bir karşılık yaratma çabaları olmuş, olmayınca da, burada da bir güç odağı olma çabasına girişilmiştir.)

Şimdi de Cumhuriyet Gazetesi böylesi bir “güç odağı”haline dönüştürülmek isteniyor. Ekmeleddinİhsanoğlu denemesi buna bir örnek idi. Bir yandan CHP’yi etkileme, diğer yandan HDP’yi etkileme, ama esas olarak bu iki partiyi (çizgiyi) bir araya getirme çabası içerisinde olmak, bu yönde yayınlar yapmak da bununla ilgilidir. “Solda (omurgasız) birlik” büyülü politikalarıdır. Sayfalar “Birikim Dergisi” yazarlarına açılıp, bir yandan onların tezleri salgılanırken, ABD kaynaklı “düşünce kuruluşları”nın “AKP karşıtı” tek bir raporu dahi atlanmamaktadır. Geçen yıl, HrantDink’in katledilişinin 8. yılı nedeni ile Ümit Kıvanç, Baskın Oran ve Ali Bayramoğlu’na “yakın arkadaş” olarak sayfalarda yer açılabilmiştir.(Başlıkta yer aldığı için, yazı içerisinde de yer alsın. Can Dündar’da bu dönemin Genel Yayın Yönetmeni’dir. O nedenle, tutuklu iken görevine devam edebilmektedir. Oysa Mustafa Balbay tutuklu iken Ankara Temsilciliği görevinden “yönetim boşluğunu gidermek” gerekçesi ile alınmıştı. Çifte standart Cumhuriyet Gazetesi’nin bugünkü yönetiminin temel işleyiş ilkesidir. Samimi olamamaktadırlar.)

Cumhuriyet Gazetesi’nin okur kitlesinin bir toplam olarak AKP karşıtı olması, ancak AKP’den sonra ne olmalı konusunda farklı görüşlere sahip olması da Gazete’nin yeni sahipleri için oldukça iştah açıcı bir durumdur.

Bu nedenlerle Cumhuriyet Gazetesi’nde yaşanan dönüşümü yalnızca Gazete üzerinden tanımlamak oldukça eksikli olacaktır. Durum patronun (Cumhuriyet Vakfı yönetiminin) değişmesinden ibaret değildir.

Cumhuriyet Gazetesi uzunca bir süredir (Haziran seçimlerinden öncesine gidilmeli) AKP’ye karşı liberallerce yürütülmeye başlanan “demokrasi mücadelesi”nin bir parçası, önemli bir aracı olarak kurgulanmaktadır. Başka bir yazımda belirtmiştim, İkinci Cumhuriyet yerleştirilirken Taraf Gazetesi’ne verilen rol, rejime dair yeni arayışların tartışıldığı bir ortamda Cumhuriyet Gazetesi’ne biçilmektedir. Ancak haksızlık yapmayayım. Nitelik açısından doğru örnek Radikal Gazetesi’dir. Ancak görünen o ki, Radikal gibi “edilgen” değil, Taraf gibi “işlevli” bir gazete istenmektedir.

Bu toplamın Türkiye’ye dair bütünlük bir projeden çok döneme göre değişen projeleri bulunmaktadır. Tabi bu temel noktaları olmadığı anlamına gelmemektedir. “İnsan hakları merkezli” liberal bir “solculuk” üzerinden politika üretmekte, “muhalefet” yapmaktadırlar. Sanırım, önümüzdeki dönem hep beraber yapacağımız anayasa, başkanlık, özerklik tartışmalarında ne demek istediğimiz daha iyi anlaşılacaktır. Örneğin “bu” liberallerin başkanlık sistemini isteyip istemediklerini şu anda bilemiyoruz. Bu onlar için konjonktürel olarak değişecek bir başlıktır. Ama yine örnek olsun, bir bütün olarak adem-i merkeziyetçi olduklarınıgöreceğiz. Bu temel ilkeleri olmuştur.

Not:

Bu yazı Mustafa Balbay’ın Cumhuriyet Gazetesi’nden kovulmasından sonra ve o vesile ile yazıldı. Ancak yazıda doğrudan bu konuya girmedim. Hiç değinmemek ise olmaz.

Cumhuriyet İcra Kurulu Başkanı Akın Atalay Mustafa Balbay’ın kovulmasından sonra, Balbay hakkında “Kendisi, gazetenin kurumsal olarak kendisine verdiği görev ve talimatlardan dolayı değil, kendi tercihleri ve tutumu nedeniyle mağdur olmuş, tutuklanmış ve yargılanmıştır” demiş. Sonrada eklemiş: “Balbay’ın Cumhuriyet Gazetesi için bedel ödeyip ödemediği tartışmalıdır ama Cumhuriyet Gazetesi’nin Balbay nedeniyle maddi-manevi çok ağır bedeller ödediği, halen daha ödemeye devam ettiği kuşkusuzdur.”

Bu açıklama üzerine çokça soruldu. Bende buradan tekrardan sormak istiyorum: Peki, İlhan Selçuk gazetenin kurumsal olarak kendisine verdiği görev ve talimatlardan dolayı mı yoksa kendi tercihleri ve tutumu nedeniyle mi mağdur olmuş, tutuklanmış ve yargılanmıştır? İlhan Selçuk tutuklanması ile Cumhuriyet Gazetesi için bedel ödemiş midir yoksa İlhan Selçuk nedeni ile Cumhuriyet Gazetesi maddi-manevi çok ağır bedeller mi ödemiştir? İlhan Selçuk yüzünden halen bedel ödenmeye devam edilmekte midir?

Ayıptır yahu!

Notun notu:

Mustafa Balbay, Cumhuriyet Gazetesi’ndeki yazılarına son verildikten sonra yaptığı açıklama da “Cumhuriyet’te Fethullahçılık serbest cumhuriyetçilik yasak oldu” demiş.Tüm bu yaşananlara ilişkin “Cumhuriyet Gazetesi Gülen Cemaati ile ortak hareket ediyor”, “Cemaatçi oldu” tespiti ile yaklaşanlar da bulunuyor. Ben bu yaklaşımın, yaşananları açıklamakta eksikli kaldığı kanaatindeyim. Bu yaklaşımların bir temeli var veya yok demiyorum. Bunu benim bilmem mümkün değil. Ancak yazımda anlatmaya çalıştıklarım bunun çok ötesindedir. Bu yaklaşım ise bir noktadan sonra yaşananları sulandırıyor ve Cumhuriyet’in “komik” yazarı Hikmet Çetinkaya’nın köşesine konu bulmasına fayda sağlamaktan başka bir şeye yaramıyor.

Bir not daha:

Sulandırma denince de aklıma başka bir Cumhuriyet yazarı geliyor. Aydın Engin 14 Şubat tarihli yazısında Cumhuriyet’i Cemaat ele geçirmiş diyorlardiye yazmış. Diyor ki,Cumhuriyet’te Cemaat egemenliği, olmadı etkisi var diyenler ocak ayının son iki gününde toplanan Abant Platformu toplantısına iki Cumhuriyet yazarının (Ahmet İnsel ve Aydın Engin) katılması ile toplantının çağrıcıları arasında bir Cumhuriyet yazarı (Nuray Mert) olmasını gerekçe olarak kullanmaya başlamışlar. (Ben terbiyeli şekilde alıntıladım. Nasıl anlattığını merak edenler Aydın Engin’in yazısını bulup, okuyabilirler.)

Kendisi açısından yanıtı net: Ben toplantıyı gazeteci olarak izledim diyor. AKP – Cemaat savaşının iyiden iyiye kızıştığı şu günlerde davet edilip de gitmeyen gazeteci meslekten istifa etmeli diye de yazmış. Çok doğru. Cevabı başım üstüne.

Ama anlamadığım, toplantının çağrıcısı olmak (Nuray Mert) ile toplantıda azınlık haklarına saygılı ama yurttaşlık haklarının bütünüyle ihlal eden otoriter rejimler olabileceğini sadece azınlık hakları üzerinden tasarlanan yurttaşlık haklarının başka türlü otoriter rejimlerin kapılarını açabileceğini Rusya örneği üzerinden anlatmakda (Ahmet İnsel) Aydın Engin ile aynı kategoride mi? (Alıntı abantplatformu.org internet sitesinden.)

Ama benim merak ettiğim husus başka: Mustafa Balbay’a aktif siyaset yapanların yazı yazmayacağı konusunda bir karar alındığı söylenmiş. Güya yazılarına da bu nedenle son verilmiş. Cumhuriyet Gazetesi yönetimi aktif siyaseti ne sanıyor, gerçekten merak ettim. Peki, Abant Platformu aktif siyaset değil mi?

Bir de, Ahmet İnsel ve bir dizi yeni yazarın köşesinin neden hala adı yok, bunu merak ediyorum. Hadi, bitirin artık şu işi!

Son not:

Daha önce de Cumhuriyet Gazetesi hakkında birkaç yazı yazdım. Bu yazıda, o yazılardan doğrudan alıntıladığım bölümler bulunmakta. Önceki yazılarımı okumuş olanların fark edebileceği bu durumun yazının bütünlüğü için bir zorunluluk olduğunu belirtmek istiyorum.

 

 

http://gazetemanifesto.com/2016/02/15/can-dundar-tutukluyken-cumhuriyet-gazetesi-elestirilemez-mi/

Av. Bilgütay H. Durna | Tüm Yazıları
Hits: 1003