EKONOMİDE GELİŞMELER (II)

~ 26.01.2016, Av. Reha TAŞKESEN ~

Not: Bu çalışma tamamen dış kaynaklar kullanılarak yapılmıştır. 2016 yılı ve daha sonrası için genel bir derlemedir. Diğer kaynaklar da dikkate alınarak daha da faydalı bir hale getirmek mümkündür. Yazı uzun olduğu için iki bölüm halinde okuyucularımızı bilgisine sunulmuştur.

EKONOMİDE GELİŞMELER (II)

            6.Paris İklim Konferansı/Anlaşması (30 Kasım-11 Aralık 2015):
 
            Konumuz ile kısa vadede çok ilgili olmasa da; orta ve uzun vadede ilgili olabileceği dikkate alınmalıdır.
 
            Küresel ölçekte dünyanın geleceği ile ilgili önemli bir anlaşma olduğu da açıktır[1].
 
            Paris İklim Konferansı sonunda, 195 ülke temsilcisi tarafından ilk kez ve evrensel boyutta ve de hukuksal olarak da bağlayıcılığı olan küresel ölçekte bir anlaşma kabul edilmiş olmaktadır[2].
 
            Maksat, küresel ölçekte tehlike yaratacak iklim değişikliklerinin önlenebilmesi için; ortalama ısı artışını, sanayi devri öncesi ortalama ısı seviyesinin 2 dereceden daha fazla üzerine çıkmasına müsaade etmemektir[3].
 
            Ancak, gelişmekte olan ülkelerde bu sonucun elde edilmesi daha uzun bir zaman alabilecektir. Bu nedenle de arzu edilen sonucun elde edilebilmesi için gelişmekte olan ülkelere de sürekli ve güçlü bir uluslararası destek verileceğine işaret edilmiştir.
 
            Anlaşma hükümleri 2020 yılından itibaren işlerlik kazanacaktır. 2050 yılında en çok +2 derece seviyesi ve yüzyılın sonunda da +1,5 derece seviyesinin yakalanması hedef alınmıştır.
 
            Büyük ekonomisi olan AB, 2030 yılı itibarıyla karbon salınımını en az %40 azaltmayı taahhüt etmiştir.
 
            Dünya ekonomisi bir yandan yapılan düzenlemeler ile yeni bir sürece girerken, diğer yandan da Paris İklim Anlaşması hükümlerinin işlerlik kazanması, “dairesel ekonomi” gibi yeni kavramların da gündem oluşturmasına imkan sağlamıştır[4].
            Bu yeni ekonomi anlayışı dönüşüm teknolojilerinin hızlı şekilde gelişmesine ve yaygın kullanılmasına imkan sağlayacaktır. Bu şekilde hammadde kaynakları ile su ve enerji tüketiminin en aza indirilmesi de sağlanmış olacaktır.
 
            Konferans sonuçları bakımından gelişmiş ülkelerin ve/veya uluslararası kurumların, gelişmekte olan ülkeler ile işbirliği imkanları daha da artmış olacaktır. Bu hususun iki alanda yoğunluk kazanacağı öngörülmektedir:
 
            Karbon salınımının önlenmesi konusundaki çalışmaların özendirilmesi ve desteklenmesi çalışmaları/girişimleri ile dairesel ekonomi anlayışının gelişmesine paralel olarak rekabet edebilme ve yatırım imkanlarının geliştirilmesi çalışmaları/girişimleri öne çıkabilecektir.
 
            Anlaşma metni BM’ye tevdi edilecek ve 22 Nisan 2016 tarihinden itibaren 1 yıl süre ile imzaya açık olacaktır.      
 
            7. ABD Merkez Bankası (FED) Faiz Artırım Kararı (17 Aralık 2015):
 
            Türkiye’de en çok gündem oluşturan ve tartışılan konudur. Bankanın faizi artıracağı konusunda 1 yıl önceden başlayarak bildirimde bulunması, dünya kamuoyunun da konuya hazırlıklı olması bakımından fayda sağlamıştır[5].
 
            Küçük oranda bir artış yapılması, kamuoyunun erkenden uyarılması ve düşük hammadde fiyatları, piyasaların bu artışa olumsuz bir tepki vermemesini yardımcı olmuştur.
 
            Önemli olan husus ise, 2016 ve sonraki yıllara sari olarak bu kararın küresel piyasalar üzerindeki etkisinin ne olacağının saptanmasıdır.
 
            Banka, ülkesindeki ekonomik durumun geldiği olumlu noktayı dikkate alarak karar vermiştir[6].
 
            2015 sonu itibarıyla ve 2016 için ABD ekonomisi için göstergeler olumludur[7].
            Ancak, Dünya’daki olası yansımaları için değişik yorumlar da vardı[8].
 
            Gerçekte de uluslararası piyasalarda özellikle yükselen ekonomilerde üç önemli hareket yaşanabileceği öngörülmektedir. Birincisi, 2008 krizi ile birlikte faizlerin de düşürülmesi neticesinde ABD dışına çıkan paranın yeniden buraya dönüş yapabileceği beklentisidir[9]. İkincisi, bu harekete de bağlı olarak piyasalarda istikrarın bozulabileceği hususudur. Üçüncüsü ise, doğal olarak borçlanma maliyetinin yükseleceği ve bununla beraber borç hacminin yönetilmesinde de sorunlar yaşanabileceği gerçeğidir[10].
 
            Sonuç olarak faiz artırım kararının özellikle gelişmiş ülkelerde önemli bir sorun yaratacağı beklenmemektedir. Gelişmekte olan ülkelerde/yükselen ekonomilerde ise alınacak önlemlere ve ekonomi yönetiminin başarısına bağlı olarak bazı olumsuz sonuçlar yaşanabileceği düşünülmektedir.
 
            8.Bankacılık Alanında Reform Beklentisi:
 
            Bu husus da yakın geçmişten itibaren öne çıkmıştır. Mevzuat değişiklikleri ya da işletme yöntemleri dışında bankacılık alanında önemli bir değişiklik yapılmasına yönelik bir anlayıştır.
 
            Gerçekte, 2008 krizi ile birlikte bankacılık sektörüne olan güven önemli ölçüde hasar görmüştür. Bu nedenle de geleneksel bankacılık anlayışı sorgulanmaya başlamıştır.
 
            Bankacılık sektörünün kendini yenileme konusunda yavaş kalması ve ekonominin bankacılık sektörü olmadan yoluna devam etme konusundaki isteksizliği bir yana, 2030 yılına gelindiğinde (pazar) ekonomisinin geleneksel bankacılık olmadan yoluna devam edeceği öngörülmektedir[11].
            Kuşkusuz kullanıcıların bankacılık sektöründen memnuniyetleri de bu değişim süreci için önem taşımaktadır. Bilişim teknolojilerindeki hızlı değişikliklere ayak uyduramayan bir bankacılık sektörünün, kullanıcılar tarafından tercih edilmemesi de kaçınılmaz olacaktır.
 
            Nitekim bu istikamette bazı değişiklik emareleri de görülmeye başlamıştır.
 
            Bankacılık sisteminin para/değer-üretme imkanından yoksun bırakılarak, öz kaynakları kadar kredi vermeleri esasına dayanan fikir taraftar kazanmaya başlamıştır.
 
            İmkanlarının üzerinde kredi veren bir bankacılık sisteminin, istikrarsızlığın da kaynağı olabileceği gerçeğinden yola çıkan bu anlayış, para/değer üretme yeteneğinin sadece merkez bankaları ve/veya hükümetler tarafından kullanılmasını önermektedirler.
 
            Böyle bir uygulama, bankacılık sistemini 1930’lu yıllara geri götürecek ve gerçekte de geleneksel anlamda bankacılık sistemini ortadan kaldıracak bir yaklaşımdır.
 
            Günümüzde bir yandan ekonominin liberalleşmesi fikri öne çıkarken, dünya ekonomisinin büyümesi teşvik görürken ve örneğin UPF/IMF “özel çekme hakkı” sepetinde para/değer 2 kat daha çoğaltılırken; bu uygulamanın nasıl bir fayda sağlayacağı ya da sonuç vereceği tartışmalıdır.
 
            Değişim ihtiyacını öne çıkaran diğer bir etken de; teknolojik imkanların gelişmesine bağlı olarak bireysel/kurumsal ihtiyaçların elektronik ortam vasıtası ile karşılanabilme imkanıdır[12].
 
            Kriz döneminde ortaya çıkan diğer bir uygulama da “bitcoin” kullanımıdır[13]. 2014 yılında 25 milyon adrese 31 milyon işlem gerçekleştiği tespit edilmiştir. Halen 1,2 milyon kişi tarafından kullanılmaktadır. Henüz düşük seviyede olan kullanıcı kitlesinin, işletim yöntemlerinin gelişmesine bağlı olarak giderek artacağı düşünülmektedir[14].
 
            Dolayısıyla, bankacılık sektörü gelecek yıllar itibarıyla para/değer üretme imkanından yoksun kalma ve geleneksel sorumluluklarının daha düşük maliyetle ve daha hızlı şekilde yerine getirilmesine imkan verecek elektronik ortam seçeneğinin tercih edilmesi riski ile karşı karşıyadır.
 
            Ancak, tartışılmayan husus geleneksel bankacılık anlayışının ve uygulamasının kesinlikle değişeceği gerçeğidir.
 
            2015 yılından 2016 yılına geçerken uluslararası alanda dikkat çeken ve önemli ekonomik/finansal sonuçlara neden olabileceği tespit edilen 8 konu hakkında kısa bilgiler yukarıda sunulmuştur.
 
            Siyasi gelişmeleri görmezden gelerek sadece bu konulara bakarak kesin bir hüküm kurmak mümkün görülmemektedir. Ancak, ekonomik/finansal sorunların da çözümünün bir siyasi sorumluluk olduğu dikkate alınırsa, yukarıda değinilen hususların aynı zamanda siyasetinde gündeminde olması gerektiği de bir gerçektir.
 
            Gelişmiş ülkeler küresel yeni düzenlemeler için girişimde bulunurken, arasında Türkiye’nin de bulunduğu gelişmekte olan ülkelerin hangi noktada durdukları da ayrıca sorgulanmalıdır.
 
            21. yüzyılın birinci çeyreği içerisinde kurumları ve kuralları ile yeni bir küresel ekonomik düzen kurulması kuvvetle muhtemel görülmektedir. Bu yapılanmaların içerinde yer alan ülkelerin hayatiyetlerini devam ettireceği, yer alamayanların ise önemli sorunlar ile yüz yüze gelebileceği dikkate alınmalıdır.
 
            Tarihin bu dönemecinde küresel yarışta geride kalmak bir seçenek olmamalıdır.
 
            Sonuç olarak;
 
            DTÖ toplantısı bir yandan bölgesel iki/çok taraflı ticari/ekonomik yapılanmaların önünü açarken, diğer yandan da gelişmekte olan ülkelerin henüz gelişme sürecinin başında olan bölgelere nüfuz edebilme imkanının önünü de açmıştır.
 
            Potansiyel kalkınma/gelişme bölgelerine yönelik bir sermaye ve yatırım hamlesi kaçınılmaz görülmektedir. Bu bölgelere bir şekilde nüfuz edebilme ve yatırım imkanlarından yararlanabilme küresel/bölgesel ticari/ekonomik durum üstünlüğü sağlanmasına imkan sağlayabilecektir.
 
            Potansiyel kalkınma/gelişme bölgelerine yatırım önem ve öncelik kazanacaktır.
 
            Bu bağlamda yabancı ortaklıkların önemi artacaktır. Ticari/ekonomik ortaklık tesis edilmesi ya da danışmanlık alınması fikri öne çıkacaktır.
 
            Yatırım bölgelerindeki siyasi/güvenlik ortamının istikrar kazanması ya da istikrarın muhafazası ise bir koşul olacaktır.
 
            ÖÇH/SDR sepetine girme başarısı gösteren Çin, batı tarafından hem ayrıcalıklı bir ortak olarak kabul edilmiş ve aynı zamanda da ticari/ekonomik olarak kurallara bağlı hareket etmek bakımından da kontrol edilebilen bir ülke konumuna gelmiştir.
 
            Çin’e bu ayrıcalıklı ortama girme imkanı sağlayan ABD; bir yandan Çin’i bir büyük yapının içine alırken, diğer yandan da PİA ile kuşatmak suretiyle nüfuz alanlarını sınırlama gayreti içerisine girmiştir.
 
            Gerçekte Bretton-Wood sistemi ortadan kalkmamıştır. Ancak, UPF/IMF dünyanın geldiği nokta itibarıyla gerçekler dikkate alınarak yeniden yapılanarak yoluna devam etme ve muhatapları ile rekabet edebilme imkanını muhafaza etmiştir.
 
            Böylelikle BRICS ülkeleri ile birlikte örneğin Türkiye de bu uluslararası kurumda temsil ve söz hakkı elde imkanına kavuşmuş olacaktır.
 
            ABD, ATYİA anlaşması ile Atlantik doğusunda 1 milyar nüfusa sahip ve PİA ile Pasifik batısında yine 1 milyar nüfusa ve aynı zamanda dünyanın üst gelir seviyesine sahip iki yeni ve büyük ekonomik bölge kurulması istikametinde önemli ilerleme kaydetmiştir.
 
            PİA anlaşması ile ortaya çıkan ekonomik bölgede, mevcut idareler/devletler ile yabancı yatırımcılar arasındaki uyuşmazlıkların çözümü için ayrı mahkemelerin kurulması, yatırımların teşvik edilmesi bakımından önemli bir çarpan olacaktır.
 
            ABD, küresel ticari/ekonomik yarışta öne geçmiştir.
 
            Ancak, bütün bu ticari/ekonomik girişimlerin bir ayağının da uluslararası güvenlik ortamının sürekliliğinin sağlanması olduğu ifade edilmiştir.
 
            ABD MB/FED faiz kararı ile 2008 krizi ile birlikte gelişmekte olan/yükselen ekonomilere kaçan paranın geriye dönüş yapacağı ve bununla birlikte ekonomik göstergelerin düzelmesi ile ATYİA ve PİA sayesinde NAFTA ülkelerinin yatırım için cazip hale geleceği düşünülmektedir.
 
            Birçok otomobil şirketinin Meksika’ya yatırım kararı almış olmaları da bu istikamette hızlı gelişmeler olacağının işaretidir.
 
            Paris İklim Anlaşması ile çevre uygulamalarının küresel hukuki zemini de ortaya çıkmıştır.
 
            Ülkeler hammadde kaynakları ile su ve enerjinin daha az tüketilmesi hususunda mutabakat sağlamışlardır. Bu anlayış dönüşüm teknolojilerinin önemini ve önceliğini de arttırmış olmaktadır. Bu alana yatırım yapılmasının teşvik görmesi kaçınılmazdır.
 
            Gelişmiş ülkelerin gelişmekte olan/kalkınma bölgelerindeki çevre sorunlarını çözümüne destek verecekleri konusundaki taahhütleri, bu bölgelere yönelik işbirliği yapma arzusunun artacağının da işaretidir.
            Bütün bu konulara Türkiye’nin bulunduğu noktadan baktığımız zaman ise;
 
            Öncelikle ülkesel ve bölgesel siyasal istikrar ihtiyacı ortaya çıkmaktadır.
 
            Türkiye hem istikrarın sağlanmasına katkı sağlamalı ve hem de bu istikrar ortamının sürdürülebilir olması için uluslararası siyasi/güvenlik yapılanmalarının bir ortağı/üyesi olabilme başarısını gösterebilmelidir.
 
            Demokrasi, insan hakları ve hukuk devleti anlayışı ile varlığını devam ettirebilmelidir.
 
            ABD MB/FED faiz kararının/kararlarının ekonomi/finans alanındaki olası olumsuz etkilerini en aza indirecek önlemleri alabilmelidir. Dış borç yükünün yönetimini başarı ile sürdürmeye devam edebilmelidir.
 
            Bu koşullara bağlı olarak, ekonomi/finans konularının olası zararlarını azaltmak için dünyadaki (AFRİKA, NAFTA gibi) kalkınma/gelişme bölgelerine yönelik sermaye/yatırım hamleleri yapabilmelidir.
 
            AB, ATYİA ve PİA anlaşmaları ile ortaya çıkacak ekonomik bölgelerin imkanlarından faydalanabilmek için bu yapılanmalara doğrudan ya da dolaylı olarak katılım için yoğun gayret göstermelidir.
 
            Paris İklim Anlaşması ile birlikte kaynakların, suyun ve enerjinin üretiminde, tüketiminde ve dönüşümünde yükümlülüklerini yerine getirmek üzere gayretlerini bu konular üzerinde yoğunlaştırmalıdır ve üretim ve dönüşüm teknolojilerine yönelik destek/teşvik anlayışını daha da geliştirebilmelidir.
 
            Sonuç olarak;
 
            Avrasya’nın merkezinde yer alan Türkiye’nin çok önemli fırsatlara sahip olduğu ve aynı zamanda çok önemli risklere maruz bulunduğu bilinmektedir. Fırsatları faydaya dönüştürebilme ve riskleri de en aşağıya çekebilme başarısını gösterebilmelidir.
 
            Avrasya coğrafyasındaki kriz noktalarından göç etmek zorunda kalan değişik etnik ve dini inançtan binlerce insanın Türkiye’yi hala bir güvenli ülke olarak algıladığını da dikkate alarak; vatandaşlarına istikrar, refah ve güvenlik sağlamaya devam edebilmelidir.
 
 
 
                                                                                  Av. Reha Taşkesen
                                                                                  Ankara, 08.01.2015

Yazının sonudur.


[1] http://ec.europa.eu/clima/policies/international/negotiations/future/index_en.htm

AB ve diğer gelişmiş ülkeler karbon salınımını azaltmak ve iklim değişikliğinin olumsuz sonuçlarına dikkat çekmek için gelişmekte olan ülkelere destek vermeye devam edeceklerdir…Diğer ülkeler gönüllü olarak destek vermeleri için teşvik edilecek ya da destek vermeye devam edeceklerdir. Gelişmiş ülkeler halen müşterek hedefleri olan 2025 yılına kadar $ 100 milyar/yıl maddi katkının tedarik edilmesini sağlama eğilimini muhafaza etmektedirler.

[2] http://www.cop21.gouv.fr/en/learn/

“At the Paris climate conference  in December 2015, 195 countries adopted the first-ever universal, legally binding global climate deal.”

[3] http://ec.europa.eu/clima/policies/international/negotiations/future/index_en.htm

[4] http://www.cop21.gouv.fr/en/the-circular-economy-and-innovation-at-the-heart-of-cop21/

Alışılagelen “Doğrusal Ekonomi” (Tedarik-Üretim-Tüketim) kavramının aksine “Dairesel Ekonomi” (Tedarik-Üretim-Tüketim-Geri Dönüşüm) anlayışı gelişmektedir. “Dairesel Ekonomi”, sürdürülebilir bir kalkınma ile birlikte mal ve hizmet üretiminde hammaddenin, suyun ve enerji kaynaklarının tüketiminin ve atıklarının miktarını azaltmayı hedef almaktadır.

[5] ABD Merkez Bankası (FED), Kriz öncesi %4,5 (Ekim 2007) olan faiz oranları, kriz ile birlikte bir yıl içerisinde %0,25 (Aralık 2008) seviyesine kadar geri çekilmiştir. 7 yıl sonra %0,25 oranında faiz artırım kararı verilerek faiz oranı %050 seviyesine yükseltilmiştir. 2016 yılı içerisinde kademeli olarak artışın devam edeceği beklenmektedir.
[6] http://www.telegraph.co.uk/finance/economics/12054025/US-federal-reserve-raise-interest-rates-hike-december-live.html

Szu Ping Chan, Peter Spence, and Jon Yeomans, 17.12.2015

Merkez Bankası Başkanı (FED) Janet Yellen, “Sıfıra yakın faiz oranları ile olağanüstü bir yedi yılın sonuna gelinmiştir. ABD ekonomisi dikkate değer seviyede güç kazanmıştır.”

[7] Federal Serbest Piyasa Komitesi (Federal Open Market Committee-FOPC)

Büyüme 2015 için %2,1 ve 2016 için %2,4 öngörülmektedir. Enflasyon Ekim 2015 itibarıyla Komitenin %2 beklentisinin çok altında ve %02 olarak tespit edilmiştir. Uzun dönem tahmini de olumludur. İşsizlik oranı ise 2015 için %5 olarak tespit edilmiştir. 2016 beklentisi %4,7’dir. 2016 yılında her çeyrekte faiz artışı beklenmektedir. 2016 yılsonu itibarıyla %1,37 uygun oran olarak düşünülmektedir.

Dikkat çeken diğer bir nokta da faiz düzenlemesinin, petrol fiyatlarının $ 37,11 (Aralık 2015) seviyesine gerilediği ve 40 yıldır petrol ihraç yasağının kaldırılması hazırlığının öncesine denk gelmesidir.

[8] Ekonomist Araştırma Birimi (Economist Intelligence Unit-EIU), 20.12.2015

1.ABD ve küresel piyasalarda düşüş yaşanır, 2.ABD ve küresel piyasalarda yükseliş yaşanır, 3.ABD piyasasında yükseliş yaşanır ve küresel piyasalarda düşüş eğilimini tahrik eder, 4.ABD piyasasında yükseliş ve küresel piyasalarda düşüş yaşanır, 5.Önemli bir etki yapmaz.

[9] RT, 1.Gelişmekte olan ülkelerde/yükselen ekonomilerde borçlanma maliyetinin düşmesi ile birlikte borç hacmi artmıştır,2.Hisse senetlerine/devlet tahvillerine yatırım yapılmıştır,3.Ticari gayrimenkullere yatırım yapılmıştır.

[10] RT, Brezilya, Şili, Kolombiya, Meksika, Türkiye, Güney Afrika gibi ülkeler bu kapsamda değerlendirilmektedir.

[11] Avrupa Parlamentosu, Kasım 2014, AB Bankacılık Sektöründe Yapısal Değişiklik Reformu.

Bankacılık sektöründe tespit edilen ve giderilmesi öngörülen sorunlar:

1.”Kendi Menfaatine Çalışma”, Bankaların müşterileri yararına değil de kendi menfaatlerine yönelik kar amaçlı faaliyet gösteriyor olmaları, 2.”Başarısız Olmamaları Kadar Büyük Olmaları” (Too Big to fail-TBTF), Bir finans kuruluşunun çökme ihtimalinin hükümet ya da üst kurumlar tarafından finans piyasalarına ve ekonomiye yönelik ciddi risk olarak algılanması, 3.”Dolaylı Devlet Güvencesi”, Düşük faiz oranları ile kazanımlar elde ederken, bir finansal kriz anında hükümetleri zararı karşılayacak bir makam ya da son çare olarak algılamaları, 4.”Pazar Oluşturma”, Kendi menfaatine herhangi bir zamanda hisse senetlerinin ya da tahvillerin alım ve satım fiyatlarını belirme imkanına sahip özel ve tüzel kişiler olmaları.

[12] https://www.pwc.com/gx/en/financial-services/publications/assets/pwc-the-future-shape-of-banking.pdf

Temmuz 2014, Kullanıcıların bankacılık işlemleri bakımından tercihleri 2008 yılı için Cep telefonu (%1), internet (%23), Şubeler (%35) ve ATM (%28) olarak tespit edilmiştir. 2012 yılında yapılan tespit sırasında ise; cep telefonu (%6), internet (%40), şubeler (%17), ATM (%14) olduğu görülmüştür. Kullanım tercihi cep telefonu ve internet lehine neredeyse 2 kat değişmiştir (%24 ve %46). Şubelerin kullanımı ise %50 azalmıştır.

[13] http://www.coindesk.com/information/what-is-bitcoin/

Sanal para (bitcoin) elektronik ortamda üretilen ve sahip olunan sayısal paradır. Bir makam tarafından denetimi yapılmamaktadır ve dolar ya da avro gibi basılmış bir para da değildir. Kişiler ve giderek artan oranda iş çevreleri tarafından bütün dünyada bilgisayar ortamında üretilmesi mümkündür.

[14] http://bitscan.com/bitnews/item/how-many-people-really-own-bitcoins-and-why-does-it-matter

Av. Reha TAŞKESEN | Tüm Yazıları
Hits: 1375