Millet iradesi ve hukukun üstünlüğü.

~ 30.06.2011, Nurettin ABACIOĞLU ~
Gündemin eveleme geveleme en dillere pelesenk iki tamlaması, yukarıda ki başlıktır…
Her iki kavram da temsiliyeti kendinden menkul ve ortaya karışıktır…
Son genel seçim sonrası, siyaset arenasının her iki cenahında bulunan aktörler tarafından yaygın ve derin olarak kullanılmaktadır.
Her iki cenah denilse de mazluma haksızlık etmemek gerekir. Görünen o dur ki, iktidarın, muktedirlik damarından beslenmesi, her iki kavramın sahipliğinin tek elde toplanmasına en güzel örnek olabilmektedir.
“Milleti ve hukuk”a bağlanan tamlama eklerini köklerinde ayıracak olsak, ortada “irade” ve “üstünlük” kalır ki, bu da kavramların ne niyete kullanılacağını iyisiyle belirler. İrade üstünlüğü, yeri gelir, milleti kendisine yedekler; yeri gelir hukukla başgöz olur; dolayısıyla her eve ve duruma göre gereklidir.
Türkçe’de irade’nin benzer anlamlısı, “istenç” olarak da söylenir. Olgu, durum, kişi gibi farklı nesnelliklere ilişkin belirli ve fakat göreli bir yaptırım gücü ya da itici gücün varlığını belirtmek için, “istenç” terimi kullanılır. Örneğin; “sigara bırakmak”, “başarmak için çalışmak” gibi olguların dış görüntü tanımları, gündelik yaşamda hep iradeye bağlanır. İrade, dini tanımlara da konu olmuş özel bir kavramdır. “İlahi irade”, kosmozun işleyiş ilkelerini kapsarken, “cüz’i ve külli irade” sırasıyla, “tanrının kuluna bahşettiği dilediği gibi hareket edebilme yeteneği ve seçme serbestliği” ile “tanrının dilediği her şeyi yapabilmesi ve emrinin önüne hiçbir şeyin geçememe” durumu olarak ilgililerince açıklanmaktadır.
Özgür irade, yüzlerce istenç işinden birisidir. Burada ki irade, pek de tanrıya bırakılmamış bir özellik gösterir. Yüzlercesi arasından ve kısadan, kestirmeden “millete ait iradeye” dönülürse; bu irade, demokrasi vaazının yaygınlık kazanması gerektiği zamanlarda, ne menem bir ortaklaşma olduğu şüphe içeren “millet” kavramı üzerine, “temsilci muktedirlerce” geçirilmiş ve aidiyeti yine muktedirlere ait “en kutsal ve korunması gerekli güç”tür. Muktedirler bu temsiliyeti, “duruma göre kullanılacak bir araçla” yürütürler; o da hukukun üstünlüğüdür. Yani kanunlarda yazanın, toplum yaşamında uygulanması olarak tanımlanan bu pek üstün kavram, kanun çeşitliliği nedeniyle iş kazalarına da uğrayabilir. Koşullara farklı dinamik penceresinden yapılan farklı atıflar, kanunların yorumlanmasını zorlaştırabilir. İşte böylesi durumlar, burjuva hukukunda, hukuk kavram ve aparatlarının, iktidarda olanın yararına olan üstünlüğünü, o saat gün ışığına çıkarabilir.
Seçim sonrası, milletin bir yarısınca iradi olarak temsilci seçilen kimi milletvekillerinin hukukun üstünlüğü ilkesince temsilcilik hak ve yetkilerinin gasp işi de, tam da bu damardan ve bu nedenle bu işin kurban örneği olmaktadır.
BDP’li bağımsızlar bloğunda yer alan, başta Hatip Dicle ve hapisteki KCK’lılar ile Mustafa Balbay, Mehmet Haberal ve Engin Alan’a reva görülen burjuva hukuk üstünlüğü onlara tersten işlemekte ve hangi milletin iradesine dayalı olduğu tartışmalı irade temsilciliği de bu gidişata adeta yataklık etmektedir.
Durum, “oh olsun ve sessiz durulsun” denilecek bir zaman değildir…Asgari insani ve vicdani tutum, “ıslık öttürülmesi”ni gerektirmektedir.
Görünen o dur ki, iktidar teknisyenliğinden, külli muktedirliğe terfi etmiş olan AKP heyet-i temsiliyesi, şimdilik ve kriz işini de iyi yürütür görünmektedir.
Bu garabet işlerin düğümünü “Anayasa pazarlıkları” açar.
İktidar heyetinin temsilcileri, millet yarı çoğunluğuyla ellerine geçirdikleri tüm irade temsilciliğinde, liman olarak “hukukun üstünlüğü”ne sığınıyorlar; işi YSK’ya şutluyorlar. Toplumsal akıl, pazar yerinde sergilenen sebze değilse, bu söyleme kimin inanacağı ayrıca su götürür. Yine de, onca taraftarı olduğuna bakılırsa, inanların neye benzediğini bir yana bırakarak, baştan zuhur edeceği belli bir konuma yataklık eden seçim işleri kurulu ile, şimdi “aaa, vallahi haberdar değilim” bilmezliğine yatan iktidar şeriklerinin, bu ince işlerde ki muradını iyi çözümlemek gerekir.
Anayasa’nın kafaya geçirilecek ne memnem bir çuval olacağı, tahminler dışında şimdilik belirsizdir. Oysa, hayırlara vesile olacağına dair millet katları içinde ikna olmuş epeyi taife bulunmaktadır. Milletin bu necip kesimi, heyecanla verilen sözlerin tutulmasını ve memleketin istikrar içinde daha da satılıp savrulmasını koltuklayabilecek bir temel yasa işinde, AKP’nin becerisini bir kez daha, macera filmi olarak izlemektedir.
Kürt kesiminin sükunetli tavrı, daha ne denli korunur; dışarıdan bilenemez. Bilinen o dur ki, demokratik özerklikten, Öcalan işlerine, kapıya açacak olan kilit, yeni Anayasadır. AKP, kendi kozu ve gücü yönünde belirleyici olma manevrasındadır. Vekil pazarlığı, Anayasa maddelerinin içerik ve kaderini de belirleyecek bir görüntü sergilemektedir.
BDP’li bağımsızlar esas oğlan durumundayken, aparata yedeklenecek aktör ise, CHP’dir. Oturup konuşmak ve demokrasi adına memleketin makus talihine dair yep yeni kanallar açmakta mahir olan bu fırka, söz yok Anayasacılık işinde de Balbay ve Haberal üstünden ayrı bir kapana alınmaktadır. AKP bu kesim bakımından da elini güçlendirmiştir.
Kepazelik, bu burjuva demokrasisi denilen müessesenin doğrudan kendisindedir. İrade, iktidar sahipliğinde; hukuk denilen aygıtsa, onun yedeğindedir.
İleri demokrasi artık yeni bir anayasa gerektirmektedir. Göbeği kesilecek döneme de bir ad konulması gerekmektedir. Yeni demokrasi ve bunun her türden alet, edavat ve dahi takım taklavatı güç, baskı gösterileriyle adını ve göbeğini kesmektedir. Bu, bildik başka bir burjuva müesses nizam, yani “faşizm” dir.
Bilmem, neden boyun eğilmemesi, acaba bir kez daha anlaşılabilmiş midir.

(Cumhuriyet 30.06.2011)

Nurettin ABACIOĞLU | Tüm Yazıları
Hits: 1886